26 Ekim 2018 Cuma

Hakkınızda Şikayet Var

"Size var ya bir tazminat sokacaklar. Donunuza kadar alacaklar oğlum. Bittiniz lan siz." diye lafa giren savcının karşısında ellerimizi önde kenetlemiş, masumum hakim bey pozunda bekliyoruz.

Bir taraftan savcının şu anda bizi yiyor olmasını da diliyoruz aslında. Çünkü çok saçma. Olayların buraya kadar gelmesi gerçekten çok saçma.

Önümde bağlı tuttuğum ellerimi açtım ve "Belediye başkanının öyle bi yetkisi var mı ya?" diyerek savcıya çıkıştım. Bunu duyunca savcı bi duraksadı. Yanımdaki iki ithoroz da "Harbiden var mı öyle bir şey?" diyerek beni destekledi. Olmaması lazım çünkü.

İki ithorozla bakıştıktan sonra savcıya döndüm ve göz temasını koparmadan ona bakmaya başladım. Gayet kararlıyım. Belediye başkanının öyle bir yetkisi olmadığını düşündüğüm için bu kez kendimi suçlu da hissetmiyorum.

Geçen ay aldığımız sosyal hizmet cezasının üçüncü haftasında yaptığımız mıntıka temizliği belediye binasının etrafına kadar ulaşmıştı. İki ithorozdan ilki belediye başkanı içerden çıktığı sırada banka oturmuş sigara içmekteydi. Başkan "Oooh siz böyle kafanıza göre mola da mı veriyorsunuz ya?" şeklinde çıkışınca dayanamamış "Valla elim ayağım titriyo başkan. Şunu içmeden tek çöp kaldıramam." demişti.

Başkan bunun üzerine bize belediyenin yemekhanesine alınmayacağımızı söyledi. Biz de yemeğimizi yeriz, fişi getirip paramızı alırız dedik. Alın bakalım alabiliyor musunuz şeklinde tehditler savurarak oradan uzaklaşan belediye reisinin arkasından kafam girsin gibisinden hareketler yapan ikinci ithorozu ise zor tuttuk.

Önce yemekhaneye girmeyi denedik. Anam! O da ne? Gerçekten alınmıyoruz. Sonra esnaf lokantasına gidip bir güzel karnımızı doyurduk. Akşam fişleri muhasebeye götürdük. Anam? O da ne? Paramızı vermiyorlar. Söylesenize savcı bey. Belediye başkanının öyle bi yetkisi var ya?

Savcı önce bi cevap veremedi. Sessizlik oluştu, bi gerginlik havası ortama hakim. Sonra savcı "Olur mu lan öyle şey?" dedi. "Ben de yok diye biliyorum zaten." dedim. "Dövmüşsünüz lan adamı" diyebildi sadece.

Yanlış anlamayın dostlarım hiç öyle bir insan değilim. Yanımdaki ithorozlar da öyle değiller aslında. Zaten öyle olsak yemekhanenin kapısındaki adamı döverdik. Biz sadece birazcık hakkımızı aradık. Bu cezayı da öyle almıştık gerçi de şimdi konumuz o değil. Muhasebeci İsmail daha önceden ödemişti yemek paramızı. Bu kez ödemeyince kendisini tartaklamış bulunduk ve o da görevi başındaki memura bi şeylerden bizi şikayet etti.

Tamam tazminatı da ödeyeceğiz işin para kısmında değiliz de. Belediye başkanının öyle bi yetkisi var mıydı ya?


Bazılarınızı daha çok seviyorum.

23 Ekim 2018 Salı

Ateş Olmadan Çıkan Duman

Çatıya neden geldim lan ben diye içinden geçirirken kiremitlerin arasında bir şey fark etti. Şöyle bi kurcaladı ama oldukça büyük bir şeye benziyordu. Birkaç tane kiremiti yerinden kaldırdı. Ancak daha yerinden kaldırılması gereken çok fazla kiremit olduğunun da bilincindeydi.

Bugün neden böyle şeyler yaptığını bilmiyordu aslında. Zaten aklının bir köşesinde bu çatıda bulunuşunu sorgulamaya da devam ediyordu. Biraz meraktan biraz da can sıkıntısından diğer kiremitleri de kaldırmaya karar verdi. Bu sırada birkaç tanesini de yere düşürmüştü. Kimsenin görmemesini umarak çalışmaya devam etti ve üzerini açmakta olduğu şeyin dev bir afiş olduğunu anladı. Bir kol fotoğrafı vardı önünde; başı neresi kıçı neresi görmek için bütün kiremitleri kaldırması gerekiyordu. Ama dedim ya bir merak çökmüştü o gün üzerine ve kaldıracaktı. Yere birkaç kiremiti daha düşürdü. Ama devam ediyordu. En azından afişteki şahsın yüzünü görmeliydi.

Belki bir yazıya rastlarım diye çatının ucuna gitti. Orada uğraşırken bir şey oldu ve sıra halindeki kiremitleri aşağıya düşürdü. Kiremitlerden bir tanesi o anda oradan geçmekte olan Okan Bayülgen'in kafasına düştü. Artık ünlü birisi olabilirdi. "Okan Bayülgen'in Kafasına Kiremit Düşüren O Yaratık İşte Burada" şeklinde atılmış başlıkları görür gibiydi. Aldırış etmeden kiremitleri kaldırmaya devam etti ama ne bir yazıya ne de bir surata ulaşamadı henüz.

Aslında bugün yürümek istiyordu biraz. Çok fazla kalmayacaktı bu çatıda. Sadece birazcık yürüyecekti. Afiş bütün planları bozmuştu. Binayı yapan belli ki fena halde hayrandı o fotoğraftaki kolun sahibine. Birkaç kiremit daha kaldırdıktan sonra "kar" yazısına rastladı. Kiremiti bir kenara koyup karla ilgili düşünmeye başladı. Muhtemelen kelime sadece bu kadar değildi ama kar nasıl bir şey acaba diye uzunca düşündü. Hiç kar görmemişti ki. Büyükler hep beyaz ve soğuk bir şey olduğundan bahsederdi. Bulutlar da beyaz onlar da mı soğuk diye geçirdi içinden. Soğuk neydi ki dedi sonra. Onu da bilmiyordu. Sonra ne biliyorum ki diye düşünüp bildiği şeylerin bir listesini yapmaya karar verdi. Ama takip ettiği mizah dergilerinde kağıt çok pahalı cümlelerini okuduğu için hemen vazgeçti.

Bugün yürümek istiyordu sadece. Şu işi hemen bitirip yürümek istedi. Afişin bir ucunu gagasıyla sımsıkı tuttu ve kanat çırpmaya başladı. Kanat çırptıkça kiremitlerin bir bir döküldüğünü gördü. Daha da hızlandı. Bütün gücünü kullanıp afişi iyice kaldırdı. Afiş baş kısmından çatıya bağlanmıştı ama rüzgarın da etkisiyle üzerindeki kiremitleri fırlattı. Baş kısmından bağlı olmasa çoktan gökyüzünde süzülüyor olurdu. Gagası artık rüzgarın kuvvetine dayanamayacak gibi olunca afişi bıraktı. Şimdi ters dönüp binadan aşağıya sarkan afişi geri çevirip bakması gerekiyordu. Biraz dinlenmek icin artık olmayan çatıya tekrar kondu.

Gücünü toparlayınca gidip afişi çevirdi. "Yakarsa Dünyayı Garipler Yakar" yazan bir Müslüm Gürses afişiydi. Belli ki birisi Müslüm Gürses çatısı altında güvende hissediyordu. Ama o kendisini nasıl hissettiğini bilmiyordu. Ayrıca yangın neydi ki tam olarak... Güneye doğru yola çıkmıştı dağların başından. Bugün sadece birazcık yürümek istemişti oysaki.

Uçası hiç yoktu ama sırf kanatları var diye uçmaya başladı. Sadece birazcık yürüyecekti oysaki.

Bazılarınızı daha çok seviyorum.

19 Ekim 2018 Cuma

Evrim Döndü Yemin Ediyorum

"İstemem sizin olsun on iki tane sigara böreği istemem" diye bağırdı o gün evin reisi. "Adaptasyon bu mu hanım. Evrim böyle bir şey mi" şeklinde serzenişlerine devam etti.

Evlendiğinde 25 yaşındaydı adam. Olsun lan dedi. Çevresinde olup bitenleri, arkadaşlarının söylediklerini hiç düşünmeden evlendi. Aslında belki istememişti de neden korktuysa artık tutamamış kendini.

Artık 42 yaşındaydı ve karısına olan sevgisi her geçen gün artıyordu. Ancak evrimini tamamladığından emin değildi. Biraz göbeği çıkmıştı aslında. Çocuğu olduktan sonra ara sıra garip sesler de çıkarmaya başlamıştı. Gerçi bu sesler küççük sübyanın oedipus kompleksini mıncıklıyordu ama olsundu.

Aslında bu pazar da her şey çok güzel başlamıştı. Kahvaltıya oturduklarında sabahın sekiziydi saat. Her zamanki gibi küççük sübyanı da o saatte ayağa dikmişti. Okulu yok bi şeyi yok uyusun demişti annesi ama çocuğun yaşaması gereken kompleksi belli ki kendisi yaşıyordu.

Karısı üç kişiye tam on iki adet sigara böreği hazırlamıştı. Amacı kocasını iyice hımbıllaştırıp kendisine hayvan gibi bağlamak olabilirdi. Olmayabilirdi de tabii. Belki sadece bütün yavşaklar doysun istiyordu. Küççük sübyan ikinci sigara böreğinden birkaç ısırık aldıktan sonra uykuya daldı. Az kalsın çatal bi tarafına giriyordu orospu çocuğunun. Babası çocuğun bu halini görünce aslında bu oedipus savaşının çok saçma olduğunu ve oğlunu inanılmaz ne biçim sevdiğini anladı. Aklından geçirdiği orospu çocuğu lafını ise hemen geri aldı.

Şimdi taşlar yerine oturdu işte, şimdi evrimimi tamamladım diye düşünürken karısı kendi tabağındaki sigara böreklerini de adamın tabağına koyunca işler değişti. Bu kadın belli ki fazla ileri gitmişti. İleri gittikçe tatlılaşması izleyenlerin içini yumuşatsa da kocası bu kez kararlıydı. Belki yıllardır adapte olamamıştı evliliğe belki de doğuştan evliydi bilinmez ama hımbıllığını atmıştı artık bir şekilde üstünden. Vakit içinde gömülü kalan ibnetoru, bir köşedeki saklı ithorozu çıkartma vaktiydi. "İstemem!" diye bağırdı. "Istemem! Sizin olsun on iki tane sigara böreği istemem. Şimdi ne yapmalıyım? Terliklerimi giyip televizyonun karşısına mı kurulmalıyım? Kanallar arasında gezerken telemarketing reklamlarında uyuya mı kalmalıyım? İstemem! İstemem sizin olsun 4k televizyon istemem. Buz dolabından meyveler kesip oğlumun önüne mi koymalıyım? Oyun oynarken rahatını mı bozmalıyım istemem! İstemem bu piçin olsun play station ve tüm oyunlar istemem. Yarım kalacaksa kalsın evrim, istemem! İstemem eksik olsun! Olmaz olsun böyle kahvaltı istemem. Gözlerini çek gözlerimden hanım. Çocuğu da yatağına yatır." dedi ve kendisini dışarıya attı. İhtiyacı olan neydi bilmiyordu belki ama evrimin bu olmadığından emindi.

Bazılarınızı daha çok seviyorum.


Atıf: Cyrano De Bergerac

12 Ekim 2018 Cuma

Şakır Şakır Yağıyor Olması Gerek Bazen Yağmurun

Ruh halim belki doğuştan bilemiyorum. Hava bazen o kadar kapalı ve basık geliyor ki. Şakır şakır yağıyor olması gerekiyor yağmurun.

Hayır. Midemin bulanmasının bununla alakası olamaz. Üzerime gelen duvarların, 6 küsür doların... Tamam belki doların etkisi olabilir ama değil.

Dışarı iyi bakın. Şakır şakır yağıyor olması gerek yağmurun. Duyduğum bu seslerin, uykusuz sabahların başka açıklaması olamaz. Sirenler sussa anlardık aslında. İyi baktınız değil mi dışarı. Belki de çıkmamız gerek hissetmek için. Bazen incecik yağar çünkü yağmur. Ses çıkartır ama göremezsin. Kamerada mı? Kamerada zaten göremezsin yağmuru. Işıkla falan uğraşmak gerek şimdi yapay olması gerek bunun. Ben onu mu diyorum ayrıca. Şakır şakır yağıyor olması gerekiyor yağmurun.

Metroya girerken o kadar basıktı ki hava. Ne kadar metro kullanıyorum belli değil. Kimseye söylemeyin ama evimin metroya bir dakika mesafede olmasının ulaşımla hiç alakası yok. Yürümeyi çok severim ben.

O sabah yatağımdan kalkar kalkmaz doğruca metro durağına koştum. Aşağı indim ve treni beklemeye başladım. Nereye gideceğimi bilmiyorum yalnız. Öylece bekliyorum burda ve fakat belli ki gelmeyecek bu alet. Nasıl olacak acaba. İnternette okuduğum şeyleri aklıma getirmeye çalışıyorum. Buraya geldiğimde 11 dakika kalmıştı. Ben ne zamandır buradayım.

Metro duvarları üzerime yıkılacak gibi. Olsun lan. Dışarıda eriyip gitmekten iyidir sonuçta. Keşke aşağı inmeden son bi telefon konuşması yapsaydım. Bazen son olduğunu bildiğim konuşmaları yapmak çok zor geliyor. Ağlamaktan konuşamıyorum çünkü. Hadi beni geçtim de telefonun diğer tarafından niye ağlama hissi geliyor. Bunu yapamam ya... Yapabiliyorken yapmak gerekiyor değil mi? Derhal duraktan çıkıp telefona sarılmalıyım. Telefona sarılmak da ne ilginç lan. Aradığın kişiyi ne kadar sevdiğini belirtmenin en güzel söylenişi gibi.

Buraya geldiğimde 11 dakika kalmıştı. Merdivenlerden çıkarken kaç dakikadır içerde olduğumu hesaplamaya çalıştım. Sonuç üç. Söylenecek sözler için çok az zamanım var. Ve fakat söyleyecek o kadar şeyim var ki. Keşke bedenim de beynimin düşünceden düşünceye atladığı gibi mekandan mekana atlayabilseydi. Son sözler telefona değil de kişinin bizzat kendisine sarılarak söylenebilirdi bu durumda.

6 dakikalık salya sümük bir konuşmadan sonra durağa tekrar döndüm ve tam aşağı indiğim sırada metro geldi. Nereye gidiyor ki bu tren? Düşüncelerim beni alıp metroya koydu ama ayaklarım hareket etmiyor. Daha vakit olması lazım oysaki. Hem belki son olmaz diye yeterince konuşamadık ki telefonda. İnsanın kendisini vermesi gerek aslında biliyo musunuz? Hani "zamanın büsbütün dışındayım" çoğunlukla. Duvarlar bana öyle bakmayın abi. Zamanın bile dışında olan adamı içinize alamazsınız.

Kaç dakika kalmıştı aşağı indiğimde. Dışarda yağmur yağıyor muydu telefonla konuşmaya gittiğimde? Şakır şakır yağıyor olması gerekiyor çünkü, şu tünelin beni nasıl içine çektiğine baksanıza. Beni önce içinde kaybetmek sonra parçalamak istiyor. E zaten paramparça değil miyim ben bu neyin ısrarı. Bu anons yapan abla ne diyor. Böyle bir günde kim işe gider ki allah aşkına.

Ben nereye gidiyorum peki. Evden çıkarken her şeyi yanıma aldım mı? Telefonla konuştuğuma göre o var. Keşke biraz daha uzatsaydım konuşmayı be. Ama belki kurtuluruz diye böyle yaptık. Belki kurtuluşa ereriz diye cüzdan ve lens kutusu bile var. Kurtuluş zor onu geçelim de bi tane atkı olacaktı o nerde. Her şeyden önce atmıştım onu çantaya. Anons yapan abla ne demişti ki en son. Anonsu Ankara'dan yapıyolardır dimi. Çünkü buraya 30 saniye içinde bir atom bombası düşecek. Ben olsam işe gitmezdim bugün. Durak belki sığınak olabilir diye geldim buraya ama tekrar bi itirafta bulunacağım. Evimin metroya yakın olması tamamen ulaşımla ilgiliydi. Ama artık bi önemi kalmadı sanırım.

Yere oturup yeşil atkıyı kucağıma alıyorum. Sağ kolumla gözlerimi kapattığım sırada malum ışık yansıyor. Bombayla alakası yok ama duvarlar üzerime geliyor. Ağzımda Sefaköy'de yediğim peynirli pidenin tadı var şimdi. Siren sesleri yerini şok dalgasından çıkan gürültüye bırakırken ayağa kalkıyorum. Üzerime gelen şey her ne olursa olsun yolda olma vakti. Metro raylarının yerinde artık bi su kanalı var. Eskice ama bakınca bayıltacak kadar güzel olan tahta bir iskelede ayaklarım.

Kayıklardan bir tanesine binip kürek çekmek istiyorum sonsuzluğa. Ama az önce sarıldığım atkı koluma dolandı bırakmıyor. Hemen telefona sarılıyorum da vodafone sanırım burada çekmiyor. Belli ki sondan bi önceki sarılmaları çok iyi yapmak gerek.


Bazılarınızı daha çok seviyorum.

4 Ekim 2018 Perşembe

Evi Basan Su Buharlaşır Mı?

Belki yaz aylarında her gün mutfağımızı su basıyor ama hemen buharlaştığı için haberimiz olmuyor. Olayın perde arkasını öğrenmek için iskiden yanımıza aldığımız bir dostumuzla hemen lavabonun altındaki borudan kanalizasyona giriyoruz.

Kanalizasyonu gezerken üç tane görmek istemeyeceğimiz insan dışkısı. Beş tane de almak istemeyeceğimiz dışkı kokusu bize eşlik ediyor. O sırada bir yerlerden küçük "it"in çıkagelmesini bekliyoruz ama maalesef kendisinin 27 yıldır su faturasını ödemediği için kanalizasyona alınmadığı haberi geliyor.

Mutfaktaki bu su birikintisi için mantıklı bir açıklama bulamıyorum. Böyle bir su baskını daha önce hiç yaşamadık. Acaba sel vardı da bizim eve kadar yükseldi mi bir ara. Yükselip hemen karar değiştirmiş olması da lazım bir taraftan. Çünkü su mutfak kapısının dışına çıkmıyor. Eşikte öylece kendisini oradan almamızı bekliyor.

Benim fikrim halen aynı. Yaz aylarında da oluyor bu su baskınları. Ama buharlaşıyor işte. Alın size yazı çok sevme sebebi. Hava azıcık soğudu diye mutfak zemininden dört kova su boşaltmak zorundayım.

Elimde boru anahtarıyla lavabonun altına eğilmiş çatalımı sergilerken bir telefon geliyor. Arayan Devlet Su İşleri'nden çok saygıdeğer Cafer Abi. Evdeki su baskınından o da haberdar ve beni teselli etmenin peşinde. Moralimi düzeltmek için inanılmaz saçma açıklamalar yapıyor. Bir ara bölgeye verilen suyun basıncını düşüreceğinden bahsediyor, daha fazla dayanamayıp telefonu kapatıyorum.

Aman yae suyu temizledik işte bi daha olursa bakarız gamsızlığıyla bırakıyorum her şeyi. İyice akşamın körü oluyor ve ev arkadaşım saatlerdir beklenen açıklamayı yapıyor. Lavaboya koyduğu tava tıpa görevi görmüş. Saatlerce akan su da muftağı bir eğlence alanına çevirmiş.

Olsun. Ben halen bu su baskınlarının yaz aylarında da olduğuna ve suyun daha biz göremeden buharlaştığına inanıyorum. Bi de


Bazılarınızı daha çok seviyorum.

1 Ekim 2018 Pazartesi

Gökyüzünü Özledim

Devcileyin bir örümcek sarktı yukardan o çok özlediğim gökyüzüne bakma fırsatını henüz bulmuşken.

Bilenler bilir kör bir vatandaşım. Güneşin azıcık da olsa kendini gösterdiği günlerde karşıya bakarak yürüyemem. O ışık gözlükle bile gözlerimi alır. Böyle durumlarda yerdeki her şeydir dostum. Bazen bir rögar kapağı bazen de tramvay rayları.

İnsan hep yere bakarak yürümek zorunda olduğunda görmek istemeyeceği çok şey görüyor. Aslında görmek istediği hiçbir şeyi göremiyor desek daha doğru. Yanında seninle birlikte yürüyen dostunun yüzüne bakamıyorsun. Ya da karşıdan sana el sallamakta olan dostunu sen sallamıyorsun.

Zamanında Onur Aybirdi'nin bana el sallayıp, hoplayıp, zıplayıp kendini gösterememişliği var.
Ama buna alıştıktan sonra yerlere daha dikkatli bakmak istiyorum bazen. Aslında biraz daha iyi görsem neler göreceğim belli değil. Karınca dostlarımı çiftleşirken görmek bile mümkün olabilir biliyo musun?

Yerlerde hep devcileyin bir örümcek aradım ama ben. Çünkü yerlerde zaten örümcek var ama devcileyin olmadığı için ben göremiyorum. Var dimi? Siz bilirsiniz. Güneş gözlüğüyle mavi gökyüzüne bakabildim geçen gün. Sonra çıkarmak istedim gözlüğü. Ama zaten çeyrek asır olmuş çıplak gözle gökyüzü görmüşlüğüm yok. Korkuyorum da bir taraftan. Cesur olmak gerek aslında. Hani korkusuz olmak değil de korkuya rağmen devam etmek.

Gözlüğü çıkardığımda mavinin ne kadar güzel bir renk olduğunu tekrar anladım. Sağ üst köşedeki bayrağımda da zaten bu yüzden kullandım Kadir Bey Mavisi'ni.

Yerlerde hep devcileyin bir örümcek aradım demiştim ya. Özlediğim gökyüzüne kavuştuğumda o örümcek yukardan sarkmış bana bakıyordu. Bunu bile ıskalamışım amına koyum.


Bazılarınızı daha çok seviyorum.