Bi şey sizi uyutmuyorsa peşini bırakmayın. Belki ömrünüz boyunca 'o şey'e ulaşamıycaksınız ama o şey sizi bambaşka biri yapıcak. Dünyaya bakışınız bir kez daha Değişicek fikirleriniz değişicek. Fikirleri degişmeyenin sadece ölüler ve deliler olduğunu düşünürsek 'o şey' size yaşadığınızı hissettiricek. Ruh hastası olmanız deli olduğunuz anlamına gelmiyor bu arada.
Bu seferki yazı aslında çok kısa ve öz olabilirdi ve ben bunu feysbukta ya da bir tweette eritebilirdim. Buraya sayfalarca da yazabilirdim ama şu an sizi sıkmak istemedim. Hem uzunluğu ne olursa olsun blogda yazdığımda bunu elli altmış kişilik seçkin bi azınlık okuycak. Ve ben o seçkin azınlığı seviyorum.
Bazılarınızı daha çok seviyorum.
22 Mayıs 2016 Pazar
14 Mayıs 2016 Cumartesi
Bitemeyen Muhabbet
Meraba canını yidiklerim. Bu hafta size bitmek tükenmek bilmeyen, bitemeyen, insanı kanser eden 1 muhabbeti anlatacağım.
Bu nalet olasıca muhabbetin asıl nedeni ismimin kadir, sesimin de istenildiği zaman jön olması.
Muhabbetin kahramanları ise Özgür olduğunu iddia eden ama aslında Murat olan arkadaşım ve maalesef ben.
Her şey sıcak olmayan bir temmuz akşamında başladı. Nalet bir gündü ve nedense Muradı kendime ait olmayan bir telefondan aramam gerekiyordu. Telefon açılınca "Nalo ben Kadir" cümlesi gayri ihtiyari(lan ne deyim beee) ağzımdan dökülüverdi. Hay ben o kelimenin çıktığı saniyeyi. Ulan bunun üstüne biz bi başladık her kelimenin başına "n" koymaya. Arkadaş her aramada ilk on dakika kelimelerin başını değiştirerek geçiyo ne diyeceğimizi unutuyoruz.
Bu ibne istanbula geliyo buluşalım diye arıyorum hoop unutuyorum, çakıl taşlarından şato yaptım haber vereyim diyorum hoop unutuyorum, bi keresinde bana araba çarptı arayıp yardım isteyim dedim lan nasıl bi belaysa bu konuşamıyoruz.
Bi normal konuşabilsek dünyayı kıyametten kurtaracak aklı bulabiliriz. Ama olmuyo.
Artık en son dedim kadirliğe de jönlüğe de lanet olsun. O zaman küfürü de bırakmamışım bi de etraflıca sövdüm yapacağımız muhabbete. Bunu da niye anlattım bilmiyorum. Bu ibne iki hafta önce aradı beni yaz dedi ondan olabilir.
Geçen hafta yazı yazmadığım için bu hafta önceden rezerve edilmiş kadirin en iyi kadın oyuncusu temalı yazıyı da yazabilirim birazdan. Belki de yazmam metrobüsün hızına bağlı.
Bazılarınızı daha çok seviyorum. İnşallah görüşürüz.
1 Mayıs 2016 Pazar
Mustafa'nın Safran Çiçeği
Canım napıyrsunuz? Neyse salak salak hareketleri bırakıp konuya giriyorum. Bu hafta Safranbolu'daydık belli bi miktar kişi olaraktan. Oğuzun filmini çektik filam.
Bizim ekip benden bir gün önce gitti. Tabi gider gitmez hemen yerleşmişler benimsemişler orayı falan. Mustafa bi tane safran çiçeği bulmuş. Çiçeğini çok seviyor, yanından ayırmıyor, beraber rakı içiyorlar, millete sarıyolar falan filan, inanılmaz eğleniyor çiçeğiyle.
Çekimlerimizi yapmak için ormana gitmemiz gerekiyordu. Ne yapıp ettiysek mustafayı safran çiçeğinden ayıramadık. Bizi çiçeği ormana götürmeye hatta ona ufak bir rol vermeye bile ikna etti. Ormana gittik çadırlar kuruldu ateşler yakıldı herkes kostümlerini giydi. Derken bir kavga gürültü patladı. Çiçeğe kostüm dikilmemiş ama kilit bir rolü var. O ona bağırdı, öteki ona küfür etti, arkadaki geldi öbürünü itti. Ama tüm bunlar yaşanırken herkes safran çiçeğine basmamak için temkinli falan. Sonra bir ışık yandı ormanın ortasında ağacın biri ne biçim parlıyo görmeniz lazım. Ulan şunun parlaklığını biraz kısın dedim gözümüz sikildi amk. Daha o zaman küfürü de bırakmamışım. Kıstık ağacın parlaklığını oğuz gitti okudu yazıyı. Çok mantıklı bi şey yazıyomuş lan orda.
Hemen ağacın verdiği akılla diğer kıyafetlerden artan parçalarla bi kostüm diktik safran çiçeğine. Başladık çekimlere. Ya kardeşim çekiyoruz da çiçeğin sesini alalım derken boom giriyo sürekli bölünüyoruz falan filan. Dedim durun. Herkes durdu. Dünyanın en mantıklı konuşmasını yapacak, bütün meseleyi çözecek cin fikri açıklayacakmışım gibi bana baktı. Tabi bende bir göt kalkması oluştu. Sonra eskiden kalma bi alışkanlık olarak dürtülendim, itlik yapma gereksinimi duydum. Bütün gözler üstünüzdeyken yapılan itliğin zevkini bilemezsiniz. Kaldırdım ayağımı, yapma diye sesler geldi. Safran çiçeğine doğru yönelttim. Mustafa'nın safranboludaki en yakın arkadaşını öldürmek üzereydim. Hafifçe ayağımı indirdim çiçeğin taç yapraklarına dokundurdum ve geri çektim. Ayağımı çekmemin vermiş olduğu mutluluk kabilede bir bayram havası estirdi. Herkes danslar etti, şarkılar söyledi bir hafta boyunca ormanda mutlu mesut yaşadık hiçbir şey de çekmedik. Sonradan Mustafa'nın Safran Çiçeği'nin aslında safran çiçeği olmadığını öğrendik onlar kasım ayında falan çıkıyomuş.
Dedim alalım bunu da yanımıza benim odam zaten botanik bahçesinden hallice diğerleriyle beraber takılırlar. Çiçeğe de ayrı bir bilet aldık rahat gidelim diye. Dönüyoruz şimdi istanbula. Yemek falan yapın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)