Yedim bi bok.
Videolarda ASMR başlığını kullanıyorum. Ama başlık tamamen pazarlama amaçlı aşağıyı okuyun asıl mevzuyu anlıycaksınız.
Kanalı açmaktaki ilk amacım kendime bir ses deposu yaratmak. Malum bölümden mezunum ve yönetmenlik asıl mesleğim. Öğrenciyken yaptığım filmlerde telif kurallarına takılmadan ambiyans seslerine erişmek riskli olabiliyor. Hocalarımız da hep cebinizde bir kayıt cihazı olsun gittiğiniz yerlerde bir dakika kaydedin deyip dururdu. Ulan dedim madem, ben bunu neden daha uzun yapmıyorum. Hadi dedim yapayım.
İkinci amacım, kendimi yayınlanabilir hiçbir iş yapmıyor
olarak görüşüm. Evet televizyonda yönetmenliğini yaptığım bir iş yayınlandı ama
bu benim hayatımın bir parçası olamadı. Hayatımın her anında birlikte olabileceğim
bir iş yaratmak istedim. Youtube’da bir şeyler yapıyor olmak istedim. İnanılmaz
üşengeç biri olduğum için yapacağım işin kurguda beni hiç uğraştırmaması
gerekiyordu. Çünkü gerçekten çok fazla kurgu yapıyorum ve yoruldum.
Tabii işi kendi içimde içselleştirmeden paylaşamazdım. Nasıl
oldu bilmiyorum. Sokakta yürürken bir süre kulaklık takmadım. Öyle olunca
şehrin sesini duymaya başladım. Sabahları işe giderken İstiklal’in başındaki
“yara bantı, selpak ve ıslak mendil” satan dayıyı duydum. Uzun süre dayının
sesi aklımdaydı, tonlaması çok hoştu lan. Bu bildiğin benim şehrimin sesiydi.
Hani bazen bir yerde durup kafanızı bile çevirmeden sadece
beklersiniz. At gibi çalıştığım için o duruşlarımın ciddi oranda azaldığını
fark ettim. En azından haftada bir 15 dakika hiçbir şey yapmadan tek bir
noktaya kilitlenip sadece durmak fikri de çok hoş geldi.
Andre Bazin’den bir şeyler var aklımda, fotoğrafla ilgili
söylediği şeyler. Fotoğrafik görüntünün nesnenin kendisi olduğunu söyler hani.
Fotoğrafını çektiğimiz nesneyi zaman ve uzaydan soyutlamış oluruz. Fotoğrafını
çektiğimiz andaki haliyle onun zamanını mumyalamış oluruz. Eskimesini
engelleriz.
Zamanı mumyalamak okul yıllarımda da hep aklımdaydı. Tabii
Bazin’in bu düşünceleri sadece fotoğraf içindi, sinema için aynı şeyleri
söylemiyordu. Hayır söylese kaç yazar. Söylese ne yazar abi. Sinemayla ilgili
ne dediğini hatırlayamayınca sinirlendim, kusura bakmayın. Sonra Tarkovsky
denen adamın “Mühürlenmiş Zaman” adında bir kitabı vardı. Çok zor bir kitap,
sakın okumayın, siktir edin.
‘Bu mühürlemek işi neci ola ki’ dedim kendi kendime. Uzun
bir süre kalakaldım. Böyle cümle mi kurulur diye derin düşüncelere daldım. Her
şeyi bir adım daha ileri götürmeyi severim. Genel olarak sorunlarla da biraz
fazla uğraşırım. Madem dedim, ben dedim bu şehri dinlemeyi seviyorum. Kendi
içimde buna isim de koymuşum. O zaman neden bu duygusallığımı dışa vurmuyorum
ki. Dışa vurmak ayrı mı yazılıyor ya?
Şimdi size özet geliyor. Kanalın bütün içi dökülecek şimdi
buraya. Bir ‘Shawshank Redemption’, bir ‘Eşkıya’ havası esecek. Ağlayacaksınız.
Geliyor.
Peçeteleri hazırlayın.
Şehrimde duyduğum sesleri mühürlemek istedim. Ekranda
gördüğünüz saat ve tarih videonun yayınlandığı değil yaşandığı güne ait. Zamanı
mühürlemekle ilgili takıntımı sizlerle paylaşıyorum. Aslında bu takıntı zamanın
tamamen kendisiyle, mühürlemekle falan ilgisi yok ama o başka yazının konusu. Ses
kayıtlarının tamamını kendim yapıyorum, dinlemekte olduğum şehri siz de
dinleyin istiyorum. Duyduğum şeyleri siz de duyun. Belki bunları dinlerken
benim o anda neler hissettiğimi düşüneceksiniz, belki kaydettiğim yerdeki bir
anınız aklınıza gelecek kendi içinize dalacaksınız. Bilmiyorum. Ama siz
biliyorsunuz ki ben oradayım. -Evet biraz da narsistim- Sesimi duymasanız da
ben o anda oradayım ve sizinle aynı şeyleri duyuyorum. Fotoğraftaki mumyalama
gibi de değil, tam tersi canlı ve yaşayan. Her seferinde yeniden canlanan. Yoksa sikmişim ASMR'ı.
Kanala da burayı dürtükleyerek abone olursanız sevinirim.
Bazılarınızı daha çok seviyorum.