Zaman zaman yakalanıyorum bu hastalığa. Sanki İstiklal'de biçare koşturuyorum insanların peşinden. Genelde yüzüme bile bakmıyorlar.
O kadar çok yüzüme bakmamışlar ki artık cevap da beklemiyorum kimseden. 'Pardon' diye seslenip işime gücüme dönüyorum... İşim gücüm mü? Bir başkasına 'pardon' diye seslenmek. Zaten dursa da anket yapmak istemez ki bunlar. On dakika sürüyor, koskoca on dakika. On dakikada bunlar Taksim'den Galatasaray'a yürür. Şunlara baksana hepsinin işi gücü var. Benimle mi uğraşacaklar.
İşte bazı durumlarda bu anketör vazgeçmişliğimden vazgeçiyorum. Ne de olsa "vakit yeni şeyler söyleme vakti" ne de olsa "güneşin altında yaşanacak her olay yaşandı, anlatılacak tüm hikayeler anlatıldı." Hep söylerler ya hani "nereye gittiğin değil yolculuğun kendisidir önemli olan" diye. Ben bunu ilk duyduğumda en az 17 yaşındaydım. Sonra o yaşım oldu. Sonra saymayı bıraktım ki zaten hiçbir zaman doğru sayamadım.
Yaşayamadığım yaşlarım oldu benim. Hiç 23 yaşımda olmadım mesela. Hiç 25 de olmadım. Ama şu an 26'ya odakladım kendimi. Önümüzdeki birkaç yıl 26 yaşımda olacağım. Nereye gittiğimi bilmeden bir yerlere varmaya çalışacağım. Big Fish gibi Interstate 60: Episodes of the Road gibi filmleri izleyip izleyip hayatım değişti yea diye ortalıkta dolaşacağım. Ama korkarım ne bir Edward Bloom ne de bir Neal Oliver olamayacağım. Olsun. Yine de yolda olma vakti.
Kemanı alıp kemençe gibi çalmalı belki. Şimdi tek bir masaya ihtiyacım var. Dedeler ve torunlar için tek bir masa.
Bazılarınızı daha çok seviyorum.