İçimde kalan son enerjiyi 'kaptan metroda inebilir miyim' derken tükettim.
Şimdi göğsüme ve sırtıma taktığım iki sırt cantası ve küçük bir valizle birlikte dımdızlak büyük bir otoyolun kenarındayım. Önümdeki bariyeri aşacak zerre enerjim yok.
Yaklaşık on dakika malak gibi yolun kenarında durduktan sonra biraz ilerideki yaya girişini görüyorum. Ama olmaz. Bunu yapamam. On dakikadır bu bariyerin üstünden geçmek için enerji topluyorum. Boşa mı gitsin şimdi onca yatırım. Kaldırıyorum sağ bacağı. Hop. Minik valizi de atlatıyorum bi taraftan. Geriye ne kaldı ne. Sol bacak. Bi gayret atıyorum onu da bariyerin arkasına. İşte şimdi bi on dakika daha mola verebilirim. Üç beş basamağı çıkmak için. Aslında iyi bakılsa bir engelli rampasının göze çarpması muhtemel. Ama ne gerek var. Bekleyeceğim on dakika, kaldırıp kıçımı çıkacağım merdivenden.
Valizin üstünde aşağıda kaçıncı metroyu kaçırdığımı hesaplamaya çalışırken akılalmaz bir güç beliriyor içimde. Yoksa? Atam? Bırakıyorum valizi atlıyorum geldiğim gibi bir ankara arabasına. Geri alıyorum cumhuriyeti. Damarlarımdaki asil kanda mevcut olan, muhtaç olduğum bu kudretle. Derken cenaze namazım kılınıyor. Cumhuriyet diyorum, öyle kolay kazanılmıyor ya.
Birden ayaklanıyorum. Yükleniyorum minik valiz ve iki sırt çantasını. Başlıyorum merdivenleri tırmanmaya. Kafamda cenaze namazımla giriyorum metro deliğinden içeri. Güvenlikler kapıyı açıyor iyi günler diliyor. Kaçıncı metroyu kaçırdım yahu. İniyorum metro beni bekliyor. Biraz koşsam belki yetişirim ama gerçekten bitkinim. Son enerjimle cumhuriyeti kurtardım ya. Trenin yanına geldiğimde makinist el edip kapıyı açıyor. Her şey ne kadar güzel. Ulan yoksa hakkaten öldüm mü ben. Ne bu çevremdeki iyilik silsilesi. Üstümdeki bu hafiflik ne.
Bazılarınızı daha çok seviyorum.