11 Mart 2015 Çarşamba

Sin City Tür İncelemesi

Bir ders içün hazırladığım ödevdir kendileri. Keseceğim ahkamı sikeyim diyerek buyur ediyorum sizi. Özellikle bir tür incelemesi okuyacağınızı belirtmek istiyorum sonra yok şu niye böyle vay bu niye şöyle diyip benim canımı sıkmayın. Ödev olduğunu da bi kere daha belirteyim de yanlış anlaşılmanın kurbanı olmayım.




        Frank Miller'ın çizgi romanından sinemaya uyarlanan Sin City, 2005 yılında yapıldı. Senaryosu yine Frank Miller'dan çıkan filmin yönetmenliğini Robert Rodriguez ve Frank Miller yaparken, konuk yönetmen olarak yanlarına bir de Quentin Tarantino eklendi. Yönetmenler kadar ünlü birçok oyuncuyu da içerisinde barındıran filmde Bruce Willis, Jessica Alba, Josh Hartnett, Elijah Wood, Clive Owen, Mickey Rourke gibi isimler yer aldı. Filmin hikayesi de üç farklı karakter üzerinden izleyici aktarıldı. Sin City dünya sinema tarihine şimdiden büyük bir damgasını vurdu ve kültleşmiş bir yapım halini aldı.

        Aldı da bana mı aldı lan sanki. Bi daha buraya etiket yapanı siksinler. Frank Miller'a yaparken güzel geldi sonraki 97269257 kişide çok sıkıldım. Neyse tür mür diyoduk.

Film diğer çizgi roman uyarlamalarından son derece ayrılıyor. Frank Miller'ın yönetmen koltuğunda oturması tabii ki bunun ana nedenini oluşturuyor. Adeta çizgi roman sayfalarında hareketlenmiş karakterleri izlemiş izlenimi veriyor. Filmde her plan için özenle çizilmiş mekanları, karakterleri, siyahı, beyazı görmek mümkün oluyor. 


        Hikayeye baktığımızda filmin Hartigan, Marv ve Dwight isminde 'anti kahraman' karakterler etrafında şekillendiğini görüyoruz. Karakterlerin hepsinin birbirlerinden ayrı hikayeleri bulunuyor. Karakterlerin hikayeleri her ne kadar ayrı olsa da bazı mekanlarda birbirleriyle karşılaştıklarına tanık oluyoruz. Bu karşılaşmalar da izleyiciye bütün karakterlerin aynı zamanda aynı şehirde yaşadığını gösteriyor. 


        Hartigan'ın hikayesinde emekli olmayı bekleyen ve kalbi rahatsız bir polis memurunun 11 yaşındaki Nancy'yi kurtarmasını, bu olayın hayatının 8 yılına mal olmasını ve Hartigan hapisten çıktıktan sonra Nancy'nin peşindeki hikayesine şahit oluyoruz. Hartigan bu durumu "Yaşlı adam ölür, küçük kız kurtulur. Adil takas!" sözleriyle özetliyor. İkinci hikayede ise görünüşü nedeniyle pek fazla bulamadığı şansı bir Goldie'de yakalayan psikopat Marv'ın önce Goldie'yi kaybetmesini, sonra da peşinde koştuğu intikamı izliyoruz. Kendi şeytanlarıyla savaşan Dwight'ın hikayesinde ise birlikte olduğu bir kadını eski sevgilisinden kurtarmaya çalışırken yaşanan daha büyük bir karmaşayı izliyoruz.


        Kara film ve Sin City'nin ilişkisine geldiğimizde filmde bütün karakterlerin hem av hem avcı konumunda olduğunu görüyoruz. Karakterler hayatta kalmak için mücadele etti ve sonunda kaybettiler. Marv elektrikli sandalyeye oturtuldu, Dwight Eski Şehir'de fahişelerle birlikte dev bir savaşın içerisinde kaldı, Hartigan ise durumu "Yaşlı adam ölür, genç kız yaşar. Adil bir anlaşma!" diyerek özetledi  kafasına sıkarak intihar etti. Kahramanlarımız suç ve ahlaksızlığın yaşandığı yeraltı dünyasının kasvetli ortamında, Basin şehrinde, gökdelenlerin altında, ayrı ayrı hikayelerde mücadele etti.

Başlıca konunun suç olduğu, gergin, boğucu bir havada, çok büyük bir şehirde geçen hikayede suç ve suçlu çevresi ruhsal özellikleriyle yansıtılıyor. Bu noktada tür incelemesini daha da derine indirecek olursak Sin City filmini 'neo-noir' olarak değerlendirmek mümkün oluyor. Sin City'de mekanlar, öykü, karakterler ve ışıklar birer neo-noir özelliğini izleyiciye sunuyor. 

Film bağımsız bir teras sahnesiyle adeta şehrin kötülüğünü yüzümüze vurarak başlıyor. Sonraki hikayelerin açılışları da aynı şekilde sakin gibi görünen ama dehşete dönüşen bir başlangıç sunuyor. Birbirinden bağımsız hikayelerden oluşması da filmin Klasik Hollywood Anlatısı'nın dışına çıkmasını sağlıyor. Hikayeler sona erdiğinde izleyicide filmin bıraktığı donuk gerçeklik, tuzağa düşme olgusu ve yenilgi duygusu uyanıyor. Hollywood yapımı olan neo-noir'lerde oluşan karakterle özdeşleşme Sin City'de de yaşanıyor. Yaratılan 'karizma' karakter ve izleyiciyi bütünleştiriyor.

Erkek karakterler çerçevesinde şekillenen öykü, karakterin femme fatale ile karşılaşmasından sonra canlanıyor. Filmde gördüğümüz bütün kadınlar için femme fatale dememiz de mümkün hale geliyor. Barda çalışan Shellie ve yine aynı barda striptiz yapan Nancy hikayede kurban durumuna düşseler de yaşantıları nedeniyle femme fatale konumundalar. Zaten bir kara filmde femme fatale olmamak için kadının evden hiç çıkmaması gerekiyor. Ölüm saçan Miho ve Gail de yine son derece suçlu ve tehlikeli kadınlar olarak ölümcül femme fatale'lerimizi oluşturuyor. Polis muhbiri olmak, devletle işbirliği yapmak her ne kadar özünde  iyi olan bir şeye hizmet etmek gibi görünse de filmdeki polislerin de temiz karakterler olmadığını göz önüne aldığımızda Becky karakteri de yaşadığı insanlara ihanet ederek femme fatale sayılabiliyor. Marv'ın tahliye memuru Lucille de şehrin kasvetine adapte olmuş bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Marv'ın kafasına vurup silahını aldıktan sonra teslim olmak istediği sahnede yüzbaşı tarafından taranarak öldürülmesi de bir çeşit cezalandırma olarak izleyiciye sunuluyor. Şehir hayatta kalmak için savaşmayı emreden bir tutum sergiliyor. Femme fatale'in en önemli noktalarından olan ayartıcı, kışkırtıcı, arzu uyandıran kadın özellikleri ise kardeş olan Goldie ve Wendie'de yer alıyor. Filmin femme fatale olmayan tek kadın karakteri olarak Becky'nin annesini söyleyebiliriz ki o da zaten filmde hiç görünmüyor. 

Karşımıza çıkan bütün kadınların femme fatale olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta bu femme fatale'lerin Eski Şehir'de polisle anlaşmalı olarak küçük bir devlet kurduğunu da göz önünde bulundurursak, gördüğümüz bütün kadınların ne kadar tehlikeli olduğu sonucunu da çıkartabiliriz.

Kara filmlerde bütün karakterlerin potansiyel birer suçlu olduğu konusuna gelmişken polislere de değinelim. Basin Şehri'nin polisleri en bariz örnek olarak Eski Şehir'deki kadınlarla yaptığı anlaşma göz önüne alındığında bile kirli karakterlerdi. Bir de Roark karakteri vardır ki seçimi kazanamayınca din adamı oldu, başkanlar devirdi ve kardeşini de senatör yaptı. Roark Jr. bir diğer deyimle Yellow Bastard da yine diğer Roark'lar gibi tehlikeli bir karakterdi. Pedofili olan Roark Jr. Hartigan tarafından silahları elinden alınmasına rağmen yine aynı durumu sürdürdü ve Yellow Bastard olarak tecavüz edeceği küçük kızları aramaya devam etti.


        Karakterlere verilen olağan dışı, hatta absürd unsurlara değindiğimizde  ilk göze çarpanın Roark Jr.'ın sarı bir yaratık olarak karşımıza çıkmasını söyleyebiliriz. Marv'ın bir türlü ölmemesi, hatta bu durumla "Yapabileceğinizin en iyisi bu mu?" diyerek dalga geçmesi de gözden kaçmayan bir noktayı oluşturuyor. Jackie'nin öldükten sonra konuşması bir yana, kafası  koptuktan sonra kopan kafasının konuşması da bu olağan dışı unsurlara eklenebilir. Son olarak da içinden bir ok geçtikten sonra konuşmaya devam eden Stuka karakterini örnek verebiliriz. Hatta aynı polisin kafasına da bir ok girdikten sonra mimik yapması da olağan dışılıkta son noktayı oluşturuyor.

Bir neo-noir olan Sin City'de karakterlerin normal bir kara filme oranla suça itilenden çok suçu bizzat yaratanlar olduğunu görüyoruz. Karakterlerdeki bu daha psikopat tutumla karşımıza çıkması aynı oranda şiddeti de beraberinde getiriyor. Cinselliğin açıkta olduğu, daha çok entrika ve erotizmin bulunduğu filmde karakterin yalnızlığı da göze çarpıyor. Her neo-noir'da olduğu gibi bu filmin de  temasının özünde kadın, silah ve maço erkek yatıyor.

İşlenilen bir başka kadın temsili de masumiyet olarak söylenebilir. Jr. Roark'ın 11 yaşındaki Nancy'yi kaçırması, Kevin'in kadınları öldürüp yemesi ve kafalarını duvara asmasını bu konuda örnek gösterebiliriz. Filmin sadece başında ve sonunda gördüğümüz kiralık katilimiz de şehrin suçla var olduğunu ve suçla var olacağını sergiliyor. 


        Mekana baktığımızda dev ve kötülük dolu bir şehir görüyoruz. Neo-noir özelliği olarak bu dev ve kötü şehre çoğunlukla yağmur yağıyor ve sokakların hep ıslak kalması sağlanıyor. Filmin başındaki sahnede üst açıdan yağmur tanelerinin yere doğru düşüşü, elbiseye ve yerdeki su birikintilerine çarpması muhteşem bir görüntüyü izleyiciye sunuyor. Şehre hiç güneş doğmuyor, derin gölgeli, ıslak, kaygan ve vasat sokaklar içinde hikayeler yaşanıyor. 


        Filmin bir çizgi roman uyarlaması olması nedeniyle hemen hemen bütün mekanlar çizimlerden oluşuyor. İzleyiciye adeta bir çizgi roman izletiliyor. Mekanlarda gereksiz hiçbir ayrıntıya yer verilmiyor. Hatta odak noktası dışındaki yerler bazı sahnelerde siyah bırakılıyor. Mekanlara nitelik açısından baktığımızda da kara film geleneği olan barı ve fahişeler tarafından yönetilen 'Eski Şehir'i görüyoruz.

Filmin şehir dışındaki dekorunu çıplak kadınlar, silahlar ve kan oluşturuyor. Gereksiz ayrıntılara yer verilmeyen filmin bütün planları adeta bir çizgi roman karesi izlenimi uyandırıyor. Oyuncuların makyajları ve mimikleri de bu çizgi roman havasını oldukça destekliyor. Erkekler genellikle uzun paltolar giyerken kadınlar erotizmi oldukça üst seviyeye çıkaracak kostümlerle karşımıza çıkıyor. 


        Görüntü olarak zıtlık üzerine kurulmuş olan film siyah ve beyazın kontrastıyla tam bir çizgi roman havası kazanıyor. Siyah ve beyaza eklenen çok az sayıdaki renk de bu çizgi roman havasını sonuna kadar destekliyor. Hatta bazı duygu yükü ağır sahnelerde bu renk mekandan bağımsızlaşıp iki boyutlu siyah beyaz bir renk halini alıyor. Siyah beyaz'ın tonlamasının da çok az bir kahverengi yansıtması ayrı bir görsel şölen sunuyor.

Aynı  zıtlık unsuru aydınlatmada da karşımıza çıkıyor. Tek bir kaynaktan yapılan noktasal ve sert aydınlatma arkasına büyük gölgeler düşmesine neden oluyor. Işık gölge kontrastını mükemmel bir şekilde sağlayan bu durumda Alman Dışavurumculuğu'nun izleri de filmin birçok yerinde karşımıza çıkıyor. Birçok sahnede ise ışık çeşitli öğelere çarparak parçalanıyor ve ışık gölge kontrastı sağlanıyor.

Filmin temelini oluşturan zıtlık harekette de karşımıza çıkıyor. Özellikle arabanın üst açıdan göründüğü sahnelerde arabayla ters yönde dönüşler çizen kamera da bir zıtlık oluşturarak filmin bu özelliğini devam ettiriyor. Üşenmesem buralara ne gif yığardım ha aklınız dururdu. Neyse amk zaten etiketler canımı sıktı. 

Zıtlık unsurunun hikaye açısından dikkat çeken en önemli yönü ise kadınları öldürüp yiyen Kevin'ın İncil'i okuması olarak gösterilebilir. Bir yıldızlar geçidi olan filmin Hollywood Klasik Anlatısı'nın dışına çıkması da başka bir zıtlıktır.

Ses filmin üstünde sürekli yer alan bir unsur oluyor. Her karakter hikayeyi yaşarken ekranda gördüklerimize kendi duygularını da ekleyerek bize anlatıyor. Bu anlatıcılı üslup da izleyicinin izlediği çizgi romanı aynı zamanda okuyormuş hissi yaşamasını sağlıyor. Hatta bu ses iki sahnede "Sessiz olmaya gerek yok." diyerek şehrin kötülüğündeki  hissiyatı da izleyiciye çizgi roman için yaptığı gibi aşılıyor.

Filmin kurgusu genel kronolojiden bağımsız ilerliyor. Ama karakterlerin ayrı ayrı hikayelerinde bu kronolojiye sadık kalınıyor. Üç ayrı hikayenin de içindeki kurgusu kronolojik bir şekilde başlıyor ve son buluyor. Ama bu başlama ve son bulma Hollywood Klasik Anlatısı'ndan farklı olarak genellikle açık sonlu bitiyor. 

Filmin başı da sonu da aynı karakter tarafından sigara aracılığıyla yapılıyor. Sanki Sin City öncesinde ve filmde size bir tutku sunuluyor, sonra da bir duman almanız isteniyor.

KAYNAKÇA
gaynak 1
gaynak 2

10 Mart 2015 Salı

Bu Arada

Sevgili itlerim ve it adaylarım. Lokal biraderlerim. Rohanlılar, Gondorlular, dostlarım. Bu yazıyı yazış amacım itlik etrafında gelişen manevi bayramlarımızı size açıklamak olacak. Bakın bakalım yeni bayramlar yeni şenlikler bize neler getirecek.

İtizim Uğursuzizm Felsefesi'nin asıl yazısı içün buyrunuz:
http://kaceyhan.blogspot.com.tr/2015/03/itizm-ugursuzizm-felsefesi.html

Felsefeye gelen uplamalara gelecek olur isek:

-Öncelikle efenim 29 Şubat'ı resmi itlik günü olarak belirledik. 2016'dan itibaren mük kem mel bir bayram bizi bekliyor. Bayramın dört yılda bir olmasının tabii ki maliyeti düşürmekle bir alakası yok. Amacımız kendimize bile itlik yapmak.

-Bir bayramımız daha var. O da 19 Mayıs Kadir Bey'i Anma Gençlik ve Spor Bayramı olaraktan bu yıldan itibaren kutlanmaya başlayacak. Bayramın Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramıyla çakıştığı için gölgede kalacağınızı düşünüyor olabilirsiniz. Yanılıyorsunuz. Çünkü Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı bildiğiniz gibi artık kutlanmıyor. O yüzden gölgede kalmayacağız.

-Hicri takvimin Ramazan ayında bulunan Kadir Gecesi de yine benim gecem olmasından ötürü bizim için bir bayram olarak kutlanacak. Zeki Müren'in sesinden "Agora Meyhanesi" adlı şarkı çalınıp benim gecem kutlanacak. Bayramın yıl içerisinde sürekli fink atması da bizim işimize yarayacak her mevsim kutlayacağımız mük kem mel bir bayramımız olacak.

-Bitmedi. Ben itlerim için bir hoca olduğumdan ötürü 24 Kasım Kadir Öğretmenimizi Sevindirme ve Elinden Öpme Günü olaraktan itlerin ve uğursuzların en güzel bayramlarından olacak. 

Bayramlarımız şimdilik dört tane. Fakat bu bayramlara Kadir Bey Lokali'nin resmi olarak açıldığı günü de ekleyip yine tarihi burdan sizlere duyuracağım. 

İtlik ve Uğursuzluk dolu günler geçiriniz efenim. İnsanların canını sıkmanız dileğiyle...

2 Mart 2015 Pazartesi

İtizm Uğursuzizm Felsefesi

Efenim bilenlerin bildiği, bilmeyenlerin de birazdan az biraz bu fikir sahibi olacağı çok mühim bir durum var. Bu durum benim sahip olduğum itler. Evet şu an  yanlış hatırlamıyosam "kadirin itiyiz" diye ortalıkta dolaşan 8 tane insan var.

Peki bu insanlar neden benim itim oluyor. Çünkü bu itlik "sıradan" insanların insanların ilk aklına gelen itlik değil. Bu itlik siz sıradan insanların canını sıkmak için kurulmuş bir sistem. Şimdi bu itizm ve uğursuzizm neymiş onları biraz kurcalayım size ben.

İtizm dediğimiz olay itlik üzerine kurulmuş bir amcıklık. Amcıklık yazmamın sebebi kelime önerisi olarak çıkması bu arada. Niye çıktı onu da anlamadım gerçi de kötü de durmadı gibi sanki. Her neyse. İnsanları içinde bulunduğu o mutlu, huzurlu hayatında rahatsız etmek, canlarını sıkıp lanet okutturmak üzerine kurulmuş bir olgu.

Kumandadan uzak birinin izlediği kanalı değiştirmek, bacak bacak üstüne atmış birinin terliğine tekme atmak gibi basit itliklerle kendi mutluluğunuzu sağlayıp bu lavukların hayatını silebilirsiniz.

Uğursuzizm ise benim başımdaki bahtsızlıktan ileri geliyor. Ama tabii ki tamamen benle alakası yok. Gittiğiniz bi yere uğursuzluk götürmekle alakalı. Gittiğiniz yerdeki insanların zor duruma düşmesi, darlanmasıyla alakalı. 

İyi de bu siktiğimin itliği uğursuzluğu nerden çıktı derseniz ben size siktir çekerim çünkü mantıklı bir dayanağı var ama ben mantıklı şeyler hakkında konuşmayı pek sevmiyorum.

Özetin özetini size geçecek olursam: ben ciddi olan her şeyden(dinden, siyasetten, haberlerden, olaylardan vs.) ya da bu siktiklerimin sürekli konuşulmasından bıkmış, bıkmmış derken zaten ömrüm boyunca sevmedim bu lavukları. Gerçi daha ne yaşadım amk orası da var da. Neyse işte amk ben bu siktiğimin konularını konuşmaktan, anlatmaktan pek zevk almıyorum. Belki de anlatmayı beceremediğim için zevk almıyorum orasını bilemiyorum da işte sıkıcı geliyo amk. Zaten benim bi fikrim oluşmuş az çok ki bu oluşan fikir kesinlikle mantık dışı. Ben şimdi bu siktiğimin fikrini birisiyle paylaşıp kafasını bulandırmak istemiyorum. Kendi kafamı da bulandırmak istemiyorum çünkü anlattığım şeyin mantığa olan uzaklı beni rahatsız ediyor. Gördüğünüz gibi dünyanın en mantıksız paragrafını da yazdım buraya. 


Böyle de bi şey var ayrıca.

Özetin özetinin de bi özetini geçiyim de bari buraya kadar okuyanlara ayıp olmasın. Ben bu ciddi konuları ya da yaşadığım olayları konuşmayı hiç sevmediğim içün, yaşadığım anda yapılabilecek taşak seviyesine odaklanıyorum. Bu sayede de ortaya 'kadirin iti' kavramı çıkıyor.

Ben itlerimi çok seviyorum. Heralde itlerim de beni seviyor ki 'kadirin itiyim' diyebiliyor. Sabaha kadar da uğraşsam ben anlamak istemeyene 'it' ve 'itlik' kavramlarını kendi gördüğüm gibi gösteremem. Bu yüzden beni anlamak istemeyenler henüz sikimde değiller(aha ötekileştirdi). İtizm ve uğursuzizm felsefesini benimseyip, itlik ve uğursuzluk yapmak isteyen herkesi seviyorum. Ekibime it alımını sonsuza dek devam ettireceğim. Ekibim içinde kendisine bir it bahşetmemi isteyene de tabii ki söveceğim. Sen daha itsin(canım, ciğerim, oğlum, mustafa hariç). 

Gerek itlerimi çok sevip saymam, gerekse onları korumamdan ötürü faydacı düşüncelerle itim olanlar da yok değil. Olsun çünkü bana itlik yapmış oluyorlar. İtlerim en çok bana itlik yapınca mutlu oluyorum. 

Şimdi bu siktiğimin saçma sapan yazısını yazmamdaki asıl sebebe geliyorum. 
*İt alımım sonsuza kadar açık durumda.
*İtliğe giriş var, ben kovana kadar çıkış yok.
*İtlikte tamamen benim kurallarım geçerli. 
*Sisteme girdiğiniz zaman itist uğursuzist kadir diktatörlüğüne bağlı hale geliyorsunuz.
*Bana "hocam" diye hitap ediyorsunuz. Ben de size "oğlum/kızım"
*Ayrıca Kadir Bey Lokali'nin açılması halinde benim itim olduğunuz süre hesaplanarak yapılacak envai çeşit indirimden de faydalanıyorsunuz.
*Her ne kadar Erdi Bey Lokali'ndeki "kurtlar" bizi düşman olarak görse de biz onları düşman olarak görmüyoruz. Çünkü amacımız taşak. 
gibi benim dikta ettiğim bu siktiğimin durumuna siz de kadirin iti olaraktan katılmak istiyorsanız efenim. Ahan da ben burdayım.

İtim olun, itliğin keyfine varın. Kendi itlik sisteminizi kuramazsınız. Çünkü "itlik" bende. Bayaa bildiğin itlik bende. 

Not: "it" kavramından rahatsız olup "ben kimsenin iti olmam yaææ" düşüncesinde iseniz de itliğin yanında yürüttüğüm "müridlik" sistemine üye olabilirsiniz. İtim kadar da müridim var benim. Ama itlerimin yararlandığı ayrıcalıktan faydalanamazsınız onu da baştan söyleyim.