16 Eylül 2015 Çarşamba

Gadir Bey Lokal Devleti Kurulmuştur Efenim (Dünyanın İlk ve Tek Parodi Devleti)

          Evvet sevgili dostlar lafı çok uzatmadan hemen konuya giriyorum. Sonunda hayallerimi gerçekleştirdim ve kendi lokal devletimi kurdum. Daha önce bağzı yerlerde verdiğim spoilerlardan devletin nerede kurulduğunu çıkarabilirsiniz. Ben size bundan sonra ne olacak onları anlatayım.

          Öncelikli olarak devlet kurduğum yerde tece hükümeti herhangi bir yapılanmaya gitmediği için çok büyük bir rahatlık içerisindeyim. Devletimize el değmedi sevgili konuklar. Bir süre için de değmeyecek. Çünkü; efenim bizim birincil amacımız devlet kurduğumuz bölgede yağmur-çamur olur mu, sel giderse nerden gider, hayvanlar nerden nereye göçer, toprak kayması, çökme gibi sıkıntılar yaşar mıyız gibi soruların cevabını almak. Bu nedenle itlerimden oluşan bir ar-ge ekibini bölgede iki yıl gözlem yapması için görevlendirdim. Ekibim bana dükkanı nerede açarsak yıkılmaz ya da doğanın karşısına çıkmaz sorusunun cevabını verdikten sonra ilk yapılanmalarımıza başlayacağız. 

          Efenim ilk yapılanmalarımız savaştan, salgın hastalıklardan, meteor çarpmasından, uzaylı istilasından bizi koruyacak yeraltı şehirleri olacaktır. Bu yeraltı şehirlerimiz yer üstündeki şehrimizin altyapısını da barındıracağından büyük bir özenle ve sağlamlıkla hazırlanacaktır. Peki sığınak yaparak mı savaştan kaçacağız, gelip sığınaklarımızı bulamayacaklar mı, zaten çük kadar ülke kurduk, götümüzden kan alırlar dediğinizi duyar gibi oluyorum ve cevaplıyorum: raad olun gençler, benim sülalem raad.

          Dediğim gibi öncelik itlerimin(vatandaşlarım) can güvenliği olduğundan oldukça dağlık bir bölge olan devletimin sınırları içerisine karadan, havadan ve denizden yapılacak saldırıları da düşündüm. 

          Karadan yapılacak olan saldırılarda ülkemizin oldukça dağlık bir bölge olmasından sonuna kadar yararlanacağız. Düşman "artık pusma o.ç yeter" diyecek. dediği yerden çıkartıp ağzına yüzüne Allah ne verdiy... Öhöm. Evet ülkenin etrafına döşeyeceğimiz mayınlar ve ülkenin her tarafına döşeyeceğimiz patlayıcılar ile düşmana büyük göt korkuları yaşatacağız. Gelirseniz patlatırım lan ülkeyi gibi tehditler savurmayı da ihmal etmeyeceğiz. 

          Ülkemizin denizi de var tabii ki evvet kesinlikle fakat ülke merkezimizi güvenlik açısından deniz kenarına kurmayacağımız için kara çıkarması yapmak zorunda kalacaklar ama yapamayacaklar neden çünkü Seyit Onbaşı'nın bütün akrabalarını ülkenin kıyı hattı boyunca dev toplar eşliğinde dizeceğim.

          Geldik en korkulan hava harekatlarına. Efenim öncelikle havada uçan kuştan bile haberimiz olacak bir radar sistemi geliştireceğimizden bu konuda oldukça rahatım. Ülkenin içerisinde gizli şekilde yerleştirilmiş olan uçaksavarlar da cabası. Hadi oldu da bi uçak geçmeyi başardı diyelim. Olmaz da oldu hadi. Uçağın sınırlarıma girmesiyle beraber çalacak olan sirenler; uçaklar gelene kadar öngörülen nüfusu 12 olan vatandaşlarımın(itlerimin) sığınaga inmesi için zırıl zırıl ötecek. Sığınaga indikten sonra atom bombası da atsalar sikimizde olmayacak çünkü aşağısı meteora dayanıklı amk. Neymiş efenim etrafı yeşil bi duman kaplamış. 

          En önemli avantajlarımızdan birisi de oldukça dağlık olan ülkemize büyük uçakların inebileceği bir hava limanı yapmayacak olmamız. Hava alanımıza inebilecek tek uçak evladım Mustafa Paşa ve kendime tahsis ettiğim özel jet olacak. Böylece içi silah dolu kargo uçaklarınız hava sahamda iniş takımlarını dahi açamayacak. Ayrıyetten paranoyam nedeniyle kendi bindiğim uçağı da ben kullanacağım. Sabotaj yapıp uçağını düşürürler diye düşünebilirsiniz, onu da düşündüm. Evladım Mustafa Paşa'yı bir meslek lisesinin uçak bakımı bölümüne yazdırdım. Uçağın bakımını Mustafa Paşa yapacak ve her uçuşta güvenebileceğim tek insan olduğu içün yardımcı pilotum olacak. 

          Güvenlikle ilgili tek bir açık bırakmayacağım ama tüm devlet sırlarını da burda paylaşmayacağım.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

          Gelelim bu ülkede nasıl yaşanacağına:

          Sevgili itlerim ülkemizin mimarisi Budapeşte şehrinden esinlenilerek yapılacak. Ama oldukça yüksek dağlar ve dik yamaçlar düşünüldüğünde bunun harmanlanmış bir mimari olacağını söyleyebilirim. Ülkede ulaşım yataydan çok dikey yönde olacağı için ülkemizde bol bol asansörle karşılaşacaksınız. Ayrıca yamaçlar arası ulaşım kolaylığı açısından teleferik ve viyadükler de yardımımıza koşacak. 

          Ülkemizde suç işleyen itler nezarette ülkemizin dağ keçilerince dövülecek ve suçun niteliğine göre sınır dışı edilecektir. 

          Ülkemizin ekonomisinin temelini kara para aklama ve turizm oluşturacaktır. Dünyanın demir bankası bir ülke kurdum. Paranız bizimle güvende. Neyse.

          Enerji ihtiyacımız çoğunlukla rüzgar güllerinden karşılanacaktır. Ayrıca yabancı işçi olarak ülkemize getireceğim kunduzlar da akarsularımızda barajlar yapacak, su türbinlerimizi fıldır fıldır döndürtecektir. 

          Bu şartlar altında itlerime düşen tek görev Gadir ve Mustafa Beylere saygılı davranmak, dileklerini yerine getirmektir. Devletin benden sonraki varisi olan Mustafa Paşa'nın canını sıkanlar itlikten afaroz edilecek ve sınır dışına çıkması için siktir çekilecektir. 

          Ülkeye insan girişi konusunda her ne kadar karşı bir tutum sergilemek istesem de değirmeni döndürmek için insan girişlerine izin vereceğim. Amma ve lakin Gadir Bey Vizesi gerektiren ülkemde en uzun kalış süresi yolların durumuna göre 3-5 gün arası olacaktır. 5 Günden uzun kalanlar otomatikman ülke dışına şutlanır. Ülkemizde daha uzun kalmak isteyenlerin Gadir Bey Lokal Devleti vatandaşı olarak kabul edilmeleri için insanlığı bırakıp Gadir'in İti olmaları gerekmektedir. 

          Ülkemdeki tek vatandaşlar itlerim olacağından ve ben de itlerimi kayıran bir insan olduğumdan "Ayrı Kayırılacak İtler" yani AKİ oluşturulacak. Böylece itlerim arasındaki rekabet artmış, iş gücüm yükselmiş, ülkem kalkınmış olacak.

          Paranız bizim paramızdır. Gadir Bey Lokal Devleti sevgiyle selamlar.


Gadir Bey Lokal Devleti Kurucusu
13 İt Sahibi
12 Mürid Sahibi
Europa Universalis 4'te asırlarca Denge Dengeoğlu Olmuş
Karstik Alanların ve Killi Toprakların Sahibi
Biri İt Biri Enik Olmak Üzere Üç Evlat Sahibi
Sultanlar Sultanı
Hakanlar Hakanı
Padişahlar Padişahı
Diktatörler Diktatörü
İtlerin Hocası ve Babası
                                                            Gadir Bey

Bu günlerde her bi sikim ciddiye alındığından gereksinim: Bu metin tamamen hayal ürünüdür, gerçekle hiçbir alakası yoktur.

Sonra vay efendim bölücü, vatan haini, terörist, pezevenk denmesin. Ben İtim efenim. Saygılar.

10 Temmuz 2015 Cuma

IN TIME FİLMİ İDEOLOJİK KURAM İNCELEMESİ

sinema kuramları dersi içün hazırladığım incelemedir kendisi. hocamın beş sayfa da beş sayfa ısrarı yüzünden aynı şeyi 98236952360253 kere anlatmama neden olmuştur. yarısına kadar okuyun sonra gidin 31 falan çekin napıyosunuz amk.

In Time filmi insanların para yerine hayatlarını kullandığı, harcamalarını kendi yaşayacakları zamandan düşerek gerçekleştirdikleri bir dünyada geçiyor. Bu dünya kimilerine göre fantastik, kimilerine göre distopik, kimilerine göre de olması gereken bir dünya.
            25 yaşından sonra yaşlanmanın durduğu ve bir yıllık saatin geri sayıma başladığı, kast sisteminin hüküm sürdüğü bir dünyadan bahsediyoruz. Bir kere zengin olmayı başaranlar ya da zengin bölgede doğanların, diğer bölgelerdeki insanların zamanını sömürerek ölümsüzlüğe ulaşabileceği bir dünya… Bu sömürüyü şu an yaşadığımız gerçek dünyaya vuracak olursak çok rahat bir şekilde kapitalizmin işleyiş şekline bağlayabiliriz. Zenginler kendi refahları, kendi rahat yaşamları için adeta köle haline getirdikleri insanların ölmesine, aç kalmasına neden olmakta. Filmde 12. Zaman Bölgesi olarak belirlenen Dayton’a bir asırlık saatle gelen ve filmin kaderini değiştiren kilit karakter Henry Hamilton’un, Will Salas’la arasında geçen konuşmada bunu açıkça dile getirdiğini de görüyoruz. Birilerinin ölümsüz olması için birçok insanın ölmesi gerektiği ve herkesin ölümsüz olamayacağı gerçeği Hamilton’un ağzından açıklanıyor. Çünkü herkes ölümsüz olursa insanları koyacağımız bir yer yok.
Zenginlerin ölümsüz olabilmesi için fakirlerin zamanlarını çalması gerekiyor. Zaten ekonomiyi kontrol altında tutan zenginlerin bu çalma işlemini sürekli yapılan zamlarla ve sürekli yükselen enflasyonla çok rahat yürüttüklerini söyleyebiliriz. Tıpkı gerçek dünyada olduğu gibi. Bir yerde olması gerekenden fazla para(zaman) varsa hemen eritilmelidir fikri yıllardır dünyamıza hakim olmuştur. Will ve Sylvia’nın bu oluşumu yıkmak için yaptıkları girişim sonrası Philippe Weis çok acımasız bir gerçek olan “Bir nesil için dengeyi oturtabilirsin. Bilemedin iki… Ama kendini kandırma sonunda hiçbir şey değişmeyecek. Çünkü herkes sonsuza dek yaşamak ister.” Repliğini yüzümüze vurmaktadır. Yapılan bu denge girişimi, herkesin eşit olması girişimi çok kısa sürecektir. Denge kurulduktan sonra yine kısa bir süre sonra bozulacak belki güç el değiştirecek, belki de yine eski zenginlerin daha da güçlenmelerine neden olacaktır. Bu bölüm çok önemlidir. Çünkü Sylvia kimsenin ölümsüz olmaması gerektiğini, bütün insanlara eşit miktarda yetecek kadar zamanın olduğunu ve bu zamanın eşit miktarda dağıtılması gerektiğini söyler ki bu sosyalizmdir. Babası ise bunun çok kısa süreceğini söyler. Dünyada sosyalizmin ömrüne baktığımız zaman babasının haklı çıkacağını görürüz. Çünkü insan bencil bir yaratıktır. Ölümsüz olmak, zengin olmak, en güçlü olmak ister. Bu yönüyle baktığımızda film kapitalizmin ya da kast sisteminin yıkılması değil yaşatılması gerektiğini, insan doğası gereği yaşatılacağını ve yok edilemeyeceğini gösteren ideolojik olarak üretilmiş bir gerçekliktir.
 Kameranın In Time filminde açığa vurduğu şey baskın olan ideolojinin kendine kendini sunmasıdır. Kapitalizm ve Kast Sistemi içerisinde gücü elinde bulunduranlara bu gücü kaybetmemeleri gerektiği, güçsüz olanlara da sisteme karşı koymamaları gerektiği fikri aşılanmaktadır. Çünkü bu karşı koyuş güçlü taraftan da gelse, güçsüz taraftan da gelse sistemi yok edemeyecek, sadece sekteye uğratacaktır.
In Time Hollywood’da yapılmış bir tür filmi olması nedeniyle sistemin ideolojik bir ürünüdür. Tür filmleri gerçekleri maskeleyen yalanlardır ve Hollywood çıkarları için çalışırlar. In Time filminin bu sistemin devamı için yaptığı ise filmde sistemi yıkmak için yapılan ilk girişimde başarıya ulaşılması ve izleyicide bir tatmin oluşturmasıdır. Ama bu tatmin duygusunun yarım kaldığı filmin sonundaki olağanüstü büyüklüğe sahip olan banka görüntüsüyle kanıtlanabilir. Philippe Weis’ten çalınan bir milyon yıl çok kısa bir sürede insanlara dağıtılmış ve tükenmiştir. Üstelik Will ve Sylvia için de zaman kalmamıştır ki daha büyük bir bankayı soyma işine girişilmektedir. Zamanın yani paranın bir değeri kalmamıştır çünkü Zaman Tefecisi Weis tabelasındaki faiz oranını %30’dan %37’ye çıkartmıştır. Zaman yine çıktığı yere geri dönmektedir. Dönmeye devam edecektir. Sistemi yıkmak için yapılan bütün girişimler sonuca ulaşamayacaktır. Bütün bu olanlar seyircideki tatmin duygusunu sekteye uğratmaktadır. Ama yine de seyirciyi harekete geçmekten alıkoymaktadır. Çünkü filmde sunulan sistemle seyircinin yaşadığı sistem aynıdır ve filmde başarıya ulaşamamış bir girişimin gerçekte başarıya ulaşması çok daha zordur. Bu da seyircide sisteme karşı bir çekinme ve korku ortaya çıkarır. Filmi seyreden egemen sınıf da olsa ezilen sınıf da olsa sistemin devam etmesi için çalışır. Yani ülkemizde bir duvarda yazılı olan “Zenginleri öldürecez hazır olun.” cümlesi eyleme geçemeyecek, duvarda yazılı kalacaktır. In Time seyircinin zihnine zenginleri öldürmenin, Robin Hood gibi zenginden alıp fakire vermenin anlamsız bir hareketten başka bir şey olmadığını kazımaktadır.
Duvara “Zenginleri öldürecez hazır olun.” yazısını yazma cesaretini gösterip harekete geçemeyen, bir türlü silahlanıp sistemi yıkamayan yani organize olmayı başaramayan bir grup için In Time; “Bakın biz iki kişi elinde ne varsa aldık, almaya da devam edeceğiz, dünyada fakir hiç kimse kalmayacak, herkes eşit olacak” ütopyasını vermekten başka hiçbir şey sunmamaktadır. İki kişiyle koskoca sistem çökertilmiş –gibi- gösterilmektedir. Duvarlara o yazıyı yazan yurdumuzun insanı da bu olguyu olduğu gibi kabul etmektedir.
Bilim-Kurgu filmleri hiçbir zaman günümüzde geçmemektedir. Bu filmler ya yakın bir gelecekte ya da çok uzun yıllar önce çok uzak galaksilerde geçmektedir. Yakın bir gelecekte geçen In Time da bu furyanın içerisinde yer almaktadır. Bu filmlerin şimdiki zamanda geçmeleri ekranda görünen şeyleri seyircinin garip karşılamasına neden olacaktır. Seyirci gerçekte olmayan şeyleri ekranda gördüğünde filmin gerçekliğinden kopacak ve nesneye odaklanacaktır. Bu da filmi daha eleştirel izlemesine ve karakterle özdeşleşme sorunu yaşamasına neden olacaktır. Ama film şimdiki zamanda geçmediğinde seyirci kurulan evrene hayran kalmaktadır. Mekanları şaşkınlıkla izlemekte ve kendisini baş roldeki karakterin yerine koymaktadır. In Time, filmi izleyen yaşlı genç, kadın erkek fark etmeksizin herkesin ana karakterlerle özdeşleşme sağladığı bir filmdir. Erkek seyirci bir anda Will Salas, kadın seyirci de bir anda Sylvia Weis olup çıkmıştır. Will Salas’ın sisteme karşı çıkması normaldir ama Sylvia’nın o kadar zenginliği bırakıp bir anda kaçak hayatı yaşamaya başlaması kadın seyirciyi yakalamak için yapılmış bir Hollywood tür filmi hamlesidir. Bu hamlenin de başarıya ulaştığını çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz.
 Öykünün içinde geçtiği toplum dramatik açıdan filme bir katkı sağlamamaktadır. Filmin gidişatını değiştirecek bir hamle yapmamakta, ana karakterlerin uğruna savaştığı, yaşaması için mücadele ettiği ve kendisine ana karakterler tarafından hediye edilen zamanı tüketmektedir. Toplumun bu pasif tutumu izleyicide bir toplumsal ayaklanma isteği değil, kendisini kahraman olarak hissedip tatmin duygusu yaşamasını isteyen sistemin bir oyunudur. Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek istemeyen sistem, yaptığı kapitalizm karşıtı (gibi) filmlerin hiçbirinde topluma aktif bir rol vermemiştir. İzleyiciler gerçek dünyanın bir alternatifi olarak bu filmleri izlemiş ve sonucunda egemen sınıfa itaat eden bir çözümle karşılaşmıştır. Bu çözüme de karşı çıkmak bir yana hayran kalmışlardır.
Temsil edilen gerçeklik hiçbir zaman gerçeğin bir kopyası olmamıştır. Bu gerek zamanla gerekse kullanılan araç gereçlerle ideolojik olarak üretilmiş bir gerçekliktir. Para yerine zamanın kullanılması, yakın bir gelecek, zaman muhafızları, zaman bölgeleri arası geçiş kapıları üretilen bu gerçekliğin bir göstergesidir. In Time kapitalizm ve kast sistemi eleştirisi yapıyormuş gibi görünmektedir. Ama kapitalizmde bir kişinin bir anda zenginleşmesi rüşvetle çok rahat örtülebilmektedir. Kast sisteminde ise sınıflar arası geçiş kapısı yoktur. İnsanların önceki ve sonraki hayatları olacağı yalanı üzerinden isyan etmemeleri sağlanmaktadır. Filmde zaman bölgeleri arası geçiş pahalı da olsa serbesttir fakat bu geçiş hemen göze çarpmakta ve müdahale edilmektedir. Egemen ideolojinin filmi bu şekilde kurgulamasının nedeni insanların sınıf değiştirmemesi gerektiğini, sınıf değiştirme halinde hem kendi hayatlarının hem de sistemin büyük sıkıntılarla karşılaşacağını kanıtlamaktır. Hem bölgeler arası geçişle sistem çok masum bir şekilde gösterilmiş; paranız varsa tabii ki geçebilirsiniz, sizi kimse engelleyemez izlenimi yaratılmış hem de bir yerden elinize para geçmiş olabilir ama o para sizin hakkınız değil siz onu en yakın sistem bekçisine teslim edin ki başınıza bir iş gelmesin, biz sizin iyiliğinizi düşünüyoruz fikri yerleştirilmiştir.
Filmler ekonomik sistem içinde kaldıkları sürece, para kazanma kaygısı güttükleri sürece ideolojiktirler. Para kazanma kaygısı güden Hollywood yapımı bir filmin ideolojisi de tabii ki kapitalizmin hakim olduğu egemen ideoloji olacaktır. Film egemen ideolojinin çıkarlarına göre şekillenecek, dünya egemen ideolojinin istediği şekilde kurulacak ve hikaye egemen ideolojinin yararını gözetecektir. Film yapımının aracı olan senaryo, mekan ve karakter çözümlemeleri gerçeğin birer parçasıdır. Bu gerçek ise ideolojinin dışa vurumudur.
Hollywood yapımı filmler halkın istediği filmi çekiyormuş gibi görünürler ve bu noktada gişe başarısının arkasına saklanırlar. Ama bu yapımlar halka istediği şeyi veriyormuş gibi görünmektedir. Asıl verdikleri şey egemen ideolojinin istedikleridir. Egemen ideoloji de tabii ki sistemin devam etmesini ve daha uzun yaşamayı, daha güçlü olmayı, daha zengin olmayı istemektedir. Halk ve halkın zevkleri ideoloji tarafından oluşturulmuştur. Halkın temel yapısı, nasıl giyineceği, neyle besleneceği, nerede yaşayacağı, nerede asla yaşayamayacağı, neyi düşünüp neyi düşünmemesi gerektiği ideoloji tarafından halka öğretilmektedir. Bu öğretme işlemi içinde Hollywood gibi devasa bir yapının etkisi de oldukça büyüktür.
Baskın olan ideolojiyi konu edinmek onu eleştirmek olarak halka çok rahat bir şekilde yansıtılmaktadır. İdeolojik sistemin dili olarak kullanılan Hollywood, ideoloji eleştirisi yaparsa bu eleştiri başarıya ulaşır mı? In Time filminin eleştiri yaptığını düşünebileceğimizi çok fazla söyleyemeyiz. Çünkü In Time bir eleştiri yapmaktan çok bir korku salma, bir sindirme amacı gütmektedir. Yapılan her eylem, girişilen her mücadele sonuçsuz kalmaktadır. Bu sistem asla yok edilemeyecektir. Bu nedenden dolayı sisteme karşı yapılan her hamle anlamsızdır.
İnsanları “birey” olma gibi bir saçmalıkla her geçen gün daha fazla yalnızlığa iten sistem, geleceğini garanti altına almak istemektedir. Tek başına hiç kimsenin koskoca sistemi yıkamayacağı her “birey”e aşılanmakta ve toplum her geçen gün daha da “birey” gibi yetiştirilmektedir. “Kişisel” bilgisayarlar, “kişiselleştirilmiş” arayüzler, daha fazla “kişiselleştirilebilir” cep telefonları insanlara kendisini özel hissettirmeyi amaçlamakta, tür filmlerindeki ana karakterler de tek başlarına koskoca sistemi deviren bir kahraman olarak gösterilmektedir. Zaten kendisini özel hisseden bu yetiştirilmiş “birey”ler de kendisini koca sistemi alt eden bu karakterin yerine koyup “kişisel” bir tatmin sağlamakta, sistemi kendisi yenmiş gibi bir duygu yaşamaktadır. Telefonunu şarj etmediği için arkadaşını ekip dışarı çıkmayan bu yaratılmış “birey”lerden sistemi yıkması beklenemez. Sistem tarafından ayrıştırılıp, sindirilen bu toplum egemen ideoloji ne derse onu yapmaktan ileri gidemez bir duruma düşer. Egemen ideoloji ve Hollywood başarılı bir işbirliği yaparak dünyayı kontrol altına çok uzun bir zaman önce almıştır. İnsanın doğası gereği bencil olması ve sistemin önayak olmasıyla günden güne daha çok bencilleşmesi In Time filmindeki “birey”lerin ölümsüz olmak için birçok insanın ölümünü göze almasına, kendisinin yaşamasının birçok insanın ölümüne neden olacağını bildiği halde ölümsüz olmak istemesine neden olmaktadır. Philippe Weis kendi kızı için istenen fidyeyi bu ölümsüz olma isteği, yaşama açlığı nedeniyle vermemiş ve Sylvia “Bir saniyene bile kıyamadın değil mi?” sorusuyla bunu babasının yüzüne çarpmıştır.
Filmde iki kişiyle başarılan(!) sistemi sekteye uğratma gerçek dünyada sağlanamamaktadır. Çünkü gerçek dünyada güvenlik güçleri daha acımasızdır ve silahlarını öldürmek için kullanırlar. In Time’da zamanı olan birisini öldürdüğünüzde o zamanı alamazsınız bu yüzden onu öldürmek için ateş etmek büyük bir saçmalıktır. Gerçek dünyada insanların toplumsal hareketlere kalkışmaktan çekinmek bir tarafa organize bile olamamaları sistemin kendisi için sağladığı bir başarıdır. Ülkemizde insanların bireyleşmesinden sonra gerçekleşen Gezi Parkı eylemlerinde de bu organize olamamayı gözümüzle gördük. Organize hareket etme durumu genel olarak Çarşı gibi daha önceden organize olmuş gruplar arasında gerçekleşmiştir. Toplumun bütününde bir organizasyon gözlemlenmemiş sadece düşeni kaldırmaya ve ihtiyacı olana yardım etmeye dayalı bir sistem hakim olmuştur. İktidarı değiştirecek nitelikte olan ve ülkenin birçok büyük şehrinde ortaya çıkan bu ayaklanma organizasyon eksikliği nedeniyle tatlı bir anı olarak akıllarımıza kazınmıştır. Hem mobilleşen hem de sosyal medyaya bağlı bu hareket için “Game of Thrones izlemeyi bırakıp sokağa çıkmak” gibi tabirler  de gençler tarafından kullanılmıştır.
Konuyu toparlayacak olursak In Time filmi kapitalizm ve kast sistemini konu almaktadır. Ama bunları konu almak eleştiri ya da kötü yanlarını gösterme şeklinde karşımıza çıkmamaktadır. Aksine kapitalizmin kötü yanları gösteriliyormuş gibi yapılmaktadır. Kapitalizmin asla yıkılamayacak olan ve yıkılmaması gereken bir sistem olduğu seyircinin aklına kazınmaktadır. Olayların içinde geçtiği halk hikayenin gidişatını değiştirmemekte sadece kendisine verileni tüketmektedir. Böylece kapitalizmin ve kast sisteminin barındırdığı toplumun işe yaramaz birer tüketim toplumu olduğu ve bazı kahramanlara arka plan oluşturmaktan başka bir işe yaramadığı mesajı verilmektedir. İdeal kadın ve ideal erkek karakterlerimiz bir olup sistemi sekteye uğratmayı başarmışlardır. Bu durum seyircide harekete geçmemek için bir tatmin duygusu da yaratmaktadır. Kaçış yolu olarak mutlu sonla biten film her ne kadar konusu kapitalizm ve kast sistemi de olsa Hollywood yapımı, para kazanmayı hedefleyen ve egemen ideolojinin çıkarlarını gözetip içerisine egemen ideolojinin vermek istediği mesajların yedirildiği bir tür filmidir. Tür filmleri de hiçbir zaman yemek yediği kapıyı kapatmak istemeyeceğinden filmde bir kapitalizm ve eleştirisi yoktur. Filmde kapitalizmin ve kast sisteminin sürdürülmesi gerektiği alt mesaj olarak seyirciye sunulmaktadır.

Yine de insanlara “Senin sonsuza kadar yaşaman birçok kişinin ölmesine bağlı. Sonsuza kadar yaşar mısın?” sorusunu sorabildiği için, belki de sistemin içinde ancak bu kadarını yapmaya gücü yettiği için Andrew Niccol başarılı bir iş çıkarmıştır. Genel olarak topladığı eleştiri ise çok güzel bir konuyu, çok güzel bir dünyayı, çok kötü bir senaryoyla berbat etmesi olmuştur.

11 Mart 2015 Çarşamba

Sin City Tür İncelemesi

Bir ders içün hazırladığım ödevdir kendileri. Keseceğim ahkamı sikeyim diyerek buyur ediyorum sizi. Özellikle bir tür incelemesi okuyacağınızı belirtmek istiyorum sonra yok şu niye böyle vay bu niye şöyle diyip benim canımı sıkmayın. Ödev olduğunu da bi kere daha belirteyim de yanlış anlaşılmanın kurbanı olmayım.




        Frank Miller'ın çizgi romanından sinemaya uyarlanan Sin City, 2005 yılında yapıldı. Senaryosu yine Frank Miller'dan çıkan filmin yönetmenliğini Robert Rodriguez ve Frank Miller yaparken, konuk yönetmen olarak yanlarına bir de Quentin Tarantino eklendi. Yönetmenler kadar ünlü birçok oyuncuyu da içerisinde barındıran filmde Bruce Willis, Jessica Alba, Josh Hartnett, Elijah Wood, Clive Owen, Mickey Rourke gibi isimler yer aldı. Filmin hikayesi de üç farklı karakter üzerinden izleyici aktarıldı. Sin City dünya sinema tarihine şimdiden büyük bir damgasını vurdu ve kültleşmiş bir yapım halini aldı.

        Aldı da bana mı aldı lan sanki. Bi daha buraya etiket yapanı siksinler. Frank Miller'a yaparken güzel geldi sonraki 97269257 kişide çok sıkıldım. Neyse tür mür diyoduk.

Film diğer çizgi roman uyarlamalarından son derece ayrılıyor. Frank Miller'ın yönetmen koltuğunda oturması tabii ki bunun ana nedenini oluşturuyor. Adeta çizgi roman sayfalarında hareketlenmiş karakterleri izlemiş izlenimi veriyor. Filmde her plan için özenle çizilmiş mekanları, karakterleri, siyahı, beyazı görmek mümkün oluyor. 


        Hikayeye baktığımızda filmin Hartigan, Marv ve Dwight isminde 'anti kahraman' karakterler etrafında şekillendiğini görüyoruz. Karakterlerin hepsinin birbirlerinden ayrı hikayeleri bulunuyor. Karakterlerin hikayeleri her ne kadar ayrı olsa da bazı mekanlarda birbirleriyle karşılaştıklarına tanık oluyoruz. Bu karşılaşmalar da izleyiciye bütün karakterlerin aynı zamanda aynı şehirde yaşadığını gösteriyor. 


        Hartigan'ın hikayesinde emekli olmayı bekleyen ve kalbi rahatsız bir polis memurunun 11 yaşındaki Nancy'yi kurtarmasını, bu olayın hayatının 8 yılına mal olmasını ve Hartigan hapisten çıktıktan sonra Nancy'nin peşindeki hikayesine şahit oluyoruz. Hartigan bu durumu "Yaşlı adam ölür, küçük kız kurtulur. Adil takas!" sözleriyle özetliyor. İkinci hikayede ise görünüşü nedeniyle pek fazla bulamadığı şansı bir Goldie'de yakalayan psikopat Marv'ın önce Goldie'yi kaybetmesini, sonra da peşinde koştuğu intikamı izliyoruz. Kendi şeytanlarıyla savaşan Dwight'ın hikayesinde ise birlikte olduğu bir kadını eski sevgilisinden kurtarmaya çalışırken yaşanan daha büyük bir karmaşayı izliyoruz.


        Kara film ve Sin City'nin ilişkisine geldiğimizde filmde bütün karakterlerin hem av hem avcı konumunda olduğunu görüyoruz. Karakterler hayatta kalmak için mücadele etti ve sonunda kaybettiler. Marv elektrikli sandalyeye oturtuldu, Dwight Eski Şehir'de fahişelerle birlikte dev bir savaşın içerisinde kaldı, Hartigan ise durumu "Yaşlı adam ölür, genç kız yaşar. Adil bir anlaşma!" diyerek özetledi  kafasına sıkarak intihar etti. Kahramanlarımız suç ve ahlaksızlığın yaşandığı yeraltı dünyasının kasvetli ortamında, Basin şehrinde, gökdelenlerin altında, ayrı ayrı hikayelerde mücadele etti.

Başlıca konunun suç olduğu, gergin, boğucu bir havada, çok büyük bir şehirde geçen hikayede suç ve suçlu çevresi ruhsal özellikleriyle yansıtılıyor. Bu noktada tür incelemesini daha da derine indirecek olursak Sin City filmini 'neo-noir' olarak değerlendirmek mümkün oluyor. Sin City'de mekanlar, öykü, karakterler ve ışıklar birer neo-noir özelliğini izleyiciye sunuyor. 

Film bağımsız bir teras sahnesiyle adeta şehrin kötülüğünü yüzümüze vurarak başlıyor. Sonraki hikayelerin açılışları da aynı şekilde sakin gibi görünen ama dehşete dönüşen bir başlangıç sunuyor. Birbirinden bağımsız hikayelerden oluşması da filmin Klasik Hollywood Anlatısı'nın dışına çıkmasını sağlıyor. Hikayeler sona erdiğinde izleyicide filmin bıraktığı donuk gerçeklik, tuzağa düşme olgusu ve yenilgi duygusu uyanıyor. Hollywood yapımı olan neo-noir'lerde oluşan karakterle özdeşleşme Sin City'de de yaşanıyor. Yaratılan 'karizma' karakter ve izleyiciyi bütünleştiriyor.

Erkek karakterler çerçevesinde şekillenen öykü, karakterin femme fatale ile karşılaşmasından sonra canlanıyor. Filmde gördüğümüz bütün kadınlar için femme fatale dememiz de mümkün hale geliyor. Barda çalışan Shellie ve yine aynı barda striptiz yapan Nancy hikayede kurban durumuna düşseler de yaşantıları nedeniyle femme fatale konumundalar. Zaten bir kara filmde femme fatale olmamak için kadının evden hiç çıkmaması gerekiyor. Ölüm saçan Miho ve Gail de yine son derece suçlu ve tehlikeli kadınlar olarak ölümcül femme fatale'lerimizi oluşturuyor. Polis muhbiri olmak, devletle işbirliği yapmak her ne kadar özünde  iyi olan bir şeye hizmet etmek gibi görünse de filmdeki polislerin de temiz karakterler olmadığını göz önüne aldığımızda Becky karakteri de yaşadığı insanlara ihanet ederek femme fatale sayılabiliyor. Marv'ın tahliye memuru Lucille de şehrin kasvetine adapte olmuş bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Marv'ın kafasına vurup silahını aldıktan sonra teslim olmak istediği sahnede yüzbaşı tarafından taranarak öldürülmesi de bir çeşit cezalandırma olarak izleyiciye sunuluyor. Şehir hayatta kalmak için savaşmayı emreden bir tutum sergiliyor. Femme fatale'in en önemli noktalarından olan ayartıcı, kışkırtıcı, arzu uyandıran kadın özellikleri ise kardeş olan Goldie ve Wendie'de yer alıyor. Filmin femme fatale olmayan tek kadın karakteri olarak Becky'nin annesini söyleyebiliriz ki o da zaten filmde hiç görünmüyor. 

Karşımıza çıkan bütün kadınların femme fatale olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta bu femme fatale'lerin Eski Şehir'de polisle anlaşmalı olarak küçük bir devlet kurduğunu da göz önünde bulundurursak, gördüğümüz bütün kadınların ne kadar tehlikeli olduğu sonucunu da çıkartabiliriz.

Kara filmlerde bütün karakterlerin potansiyel birer suçlu olduğu konusuna gelmişken polislere de değinelim. Basin Şehri'nin polisleri en bariz örnek olarak Eski Şehir'deki kadınlarla yaptığı anlaşma göz önüne alındığında bile kirli karakterlerdi. Bir de Roark karakteri vardır ki seçimi kazanamayınca din adamı oldu, başkanlar devirdi ve kardeşini de senatör yaptı. Roark Jr. bir diğer deyimle Yellow Bastard da yine diğer Roark'lar gibi tehlikeli bir karakterdi. Pedofili olan Roark Jr. Hartigan tarafından silahları elinden alınmasına rağmen yine aynı durumu sürdürdü ve Yellow Bastard olarak tecavüz edeceği küçük kızları aramaya devam etti.


        Karakterlere verilen olağan dışı, hatta absürd unsurlara değindiğimizde  ilk göze çarpanın Roark Jr.'ın sarı bir yaratık olarak karşımıza çıkmasını söyleyebiliriz. Marv'ın bir türlü ölmemesi, hatta bu durumla "Yapabileceğinizin en iyisi bu mu?" diyerek dalga geçmesi de gözden kaçmayan bir noktayı oluşturuyor. Jackie'nin öldükten sonra konuşması bir yana, kafası  koptuktan sonra kopan kafasının konuşması da bu olağan dışı unsurlara eklenebilir. Son olarak da içinden bir ok geçtikten sonra konuşmaya devam eden Stuka karakterini örnek verebiliriz. Hatta aynı polisin kafasına da bir ok girdikten sonra mimik yapması da olağan dışılıkta son noktayı oluşturuyor.

Bir neo-noir olan Sin City'de karakterlerin normal bir kara filme oranla suça itilenden çok suçu bizzat yaratanlar olduğunu görüyoruz. Karakterlerdeki bu daha psikopat tutumla karşımıza çıkması aynı oranda şiddeti de beraberinde getiriyor. Cinselliğin açıkta olduğu, daha çok entrika ve erotizmin bulunduğu filmde karakterin yalnızlığı da göze çarpıyor. Her neo-noir'da olduğu gibi bu filmin de  temasının özünde kadın, silah ve maço erkek yatıyor.

İşlenilen bir başka kadın temsili de masumiyet olarak söylenebilir. Jr. Roark'ın 11 yaşındaki Nancy'yi kaçırması, Kevin'in kadınları öldürüp yemesi ve kafalarını duvara asmasını bu konuda örnek gösterebiliriz. Filmin sadece başında ve sonunda gördüğümüz kiralık katilimiz de şehrin suçla var olduğunu ve suçla var olacağını sergiliyor. 


        Mekana baktığımızda dev ve kötülük dolu bir şehir görüyoruz. Neo-noir özelliği olarak bu dev ve kötü şehre çoğunlukla yağmur yağıyor ve sokakların hep ıslak kalması sağlanıyor. Filmin başındaki sahnede üst açıdan yağmur tanelerinin yere doğru düşüşü, elbiseye ve yerdeki su birikintilerine çarpması muhteşem bir görüntüyü izleyiciye sunuyor. Şehre hiç güneş doğmuyor, derin gölgeli, ıslak, kaygan ve vasat sokaklar içinde hikayeler yaşanıyor. 


        Filmin bir çizgi roman uyarlaması olması nedeniyle hemen hemen bütün mekanlar çizimlerden oluşuyor. İzleyiciye adeta bir çizgi roman izletiliyor. Mekanlarda gereksiz hiçbir ayrıntıya yer verilmiyor. Hatta odak noktası dışındaki yerler bazı sahnelerde siyah bırakılıyor. Mekanlara nitelik açısından baktığımızda da kara film geleneği olan barı ve fahişeler tarafından yönetilen 'Eski Şehir'i görüyoruz.

Filmin şehir dışındaki dekorunu çıplak kadınlar, silahlar ve kan oluşturuyor. Gereksiz ayrıntılara yer verilmeyen filmin bütün planları adeta bir çizgi roman karesi izlenimi uyandırıyor. Oyuncuların makyajları ve mimikleri de bu çizgi roman havasını oldukça destekliyor. Erkekler genellikle uzun paltolar giyerken kadınlar erotizmi oldukça üst seviyeye çıkaracak kostümlerle karşımıza çıkıyor. 


        Görüntü olarak zıtlık üzerine kurulmuş olan film siyah ve beyazın kontrastıyla tam bir çizgi roman havası kazanıyor. Siyah ve beyaza eklenen çok az sayıdaki renk de bu çizgi roman havasını sonuna kadar destekliyor. Hatta bazı duygu yükü ağır sahnelerde bu renk mekandan bağımsızlaşıp iki boyutlu siyah beyaz bir renk halini alıyor. Siyah beyaz'ın tonlamasının da çok az bir kahverengi yansıtması ayrı bir görsel şölen sunuyor.

Aynı  zıtlık unsuru aydınlatmada da karşımıza çıkıyor. Tek bir kaynaktan yapılan noktasal ve sert aydınlatma arkasına büyük gölgeler düşmesine neden oluyor. Işık gölge kontrastını mükemmel bir şekilde sağlayan bu durumda Alman Dışavurumculuğu'nun izleri de filmin birçok yerinde karşımıza çıkıyor. Birçok sahnede ise ışık çeşitli öğelere çarparak parçalanıyor ve ışık gölge kontrastı sağlanıyor.

Filmin temelini oluşturan zıtlık harekette de karşımıza çıkıyor. Özellikle arabanın üst açıdan göründüğü sahnelerde arabayla ters yönde dönüşler çizen kamera da bir zıtlık oluşturarak filmin bu özelliğini devam ettiriyor. Üşenmesem buralara ne gif yığardım ha aklınız dururdu. Neyse amk zaten etiketler canımı sıktı. 

Zıtlık unsurunun hikaye açısından dikkat çeken en önemli yönü ise kadınları öldürüp yiyen Kevin'ın İncil'i okuması olarak gösterilebilir. Bir yıldızlar geçidi olan filmin Hollywood Klasik Anlatısı'nın dışına çıkması da başka bir zıtlıktır.

Ses filmin üstünde sürekli yer alan bir unsur oluyor. Her karakter hikayeyi yaşarken ekranda gördüklerimize kendi duygularını da ekleyerek bize anlatıyor. Bu anlatıcılı üslup da izleyicinin izlediği çizgi romanı aynı zamanda okuyormuş hissi yaşamasını sağlıyor. Hatta bu ses iki sahnede "Sessiz olmaya gerek yok." diyerek şehrin kötülüğündeki  hissiyatı da izleyiciye çizgi roman için yaptığı gibi aşılıyor.

Filmin kurgusu genel kronolojiden bağımsız ilerliyor. Ama karakterlerin ayrı ayrı hikayelerinde bu kronolojiye sadık kalınıyor. Üç ayrı hikayenin de içindeki kurgusu kronolojik bir şekilde başlıyor ve son buluyor. Ama bu başlama ve son bulma Hollywood Klasik Anlatısı'ndan farklı olarak genellikle açık sonlu bitiyor. 

Filmin başı da sonu da aynı karakter tarafından sigara aracılığıyla yapılıyor. Sanki Sin City öncesinde ve filmde size bir tutku sunuluyor, sonra da bir duman almanız isteniyor.

KAYNAKÇA
gaynak 1
gaynak 2

10 Mart 2015 Salı

Bu Arada

Sevgili itlerim ve it adaylarım. Lokal biraderlerim. Rohanlılar, Gondorlular, dostlarım. Bu yazıyı yazış amacım itlik etrafında gelişen manevi bayramlarımızı size açıklamak olacak. Bakın bakalım yeni bayramlar yeni şenlikler bize neler getirecek.

İtizim Uğursuzizm Felsefesi'nin asıl yazısı içün buyrunuz:
http://kaceyhan.blogspot.com.tr/2015/03/itizm-ugursuzizm-felsefesi.html

Felsefeye gelen uplamalara gelecek olur isek:

-Öncelikle efenim 29 Şubat'ı resmi itlik günü olarak belirledik. 2016'dan itibaren mük kem mel bir bayram bizi bekliyor. Bayramın dört yılda bir olmasının tabii ki maliyeti düşürmekle bir alakası yok. Amacımız kendimize bile itlik yapmak.

-Bir bayramımız daha var. O da 19 Mayıs Kadir Bey'i Anma Gençlik ve Spor Bayramı olaraktan bu yıldan itibaren kutlanmaya başlayacak. Bayramın Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramıyla çakıştığı için gölgede kalacağınızı düşünüyor olabilirsiniz. Yanılıyorsunuz. Çünkü Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı bildiğiniz gibi artık kutlanmıyor. O yüzden gölgede kalmayacağız.

-Hicri takvimin Ramazan ayında bulunan Kadir Gecesi de yine benim gecem olmasından ötürü bizim için bir bayram olarak kutlanacak. Zeki Müren'in sesinden "Agora Meyhanesi" adlı şarkı çalınıp benim gecem kutlanacak. Bayramın yıl içerisinde sürekli fink atması da bizim işimize yarayacak her mevsim kutlayacağımız mük kem mel bir bayramımız olacak.

-Bitmedi. Ben itlerim için bir hoca olduğumdan ötürü 24 Kasım Kadir Öğretmenimizi Sevindirme ve Elinden Öpme Günü olaraktan itlerin ve uğursuzların en güzel bayramlarından olacak. 

Bayramlarımız şimdilik dört tane. Fakat bu bayramlara Kadir Bey Lokali'nin resmi olarak açıldığı günü de ekleyip yine tarihi burdan sizlere duyuracağım. 

İtlik ve Uğursuzluk dolu günler geçiriniz efenim. İnsanların canını sıkmanız dileğiyle...

2 Mart 2015 Pazartesi

İtizm Uğursuzizm Felsefesi

Efenim bilenlerin bildiği, bilmeyenlerin de birazdan az biraz bu fikir sahibi olacağı çok mühim bir durum var. Bu durum benim sahip olduğum itler. Evet şu an  yanlış hatırlamıyosam "kadirin itiyiz" diye ortalıkta dolaşan 8 tane insan var.

Peki bu insanlar neden benim itim oluyor. Çünkü bu itlik "sıradan" insanların insanların ilk aklına gelen itlik değil. Bu itlik siz sıradan insanların canını sıkmak için kurulmuş bir sistem. Şimdi bu itizm ve uğursuzizm neymiş onları biraz kurcalayım size ben.

İtizm dediğimiz olay itlik üzerine kurulmuş bir amcıklık. Amcıklık yazmamın sebebi kelime önerisi olarak çıkması bu arada. Niye çıktı onu da anlamadım gerçi de kötü de durmadı gibi sanki. Her neyse. İnsanları içinde bulunduğu o mutlu, huzurlu hayatında rahatsız etmek, canlarını sıkıp lanet okutturmak üzerine kurulmuş bir olgu.

Kumandadan uzak birinin izlediği kanalı değiştirmek, bacak bacak üstüne atmış birinin terliğine tekme atmak gibi basit itliklerle kendi mutluluğunuzu sağlayıp bu lavukların hayatını silebilirsiniz.

Uğursuzizm ise benim başımdaki bahtsızlıktan ileri geliyor. Ama tabii ki tamamen benle alakası yok. Gittiğiniz bi yere uğursuzluk götürmekle alakalı. Gittiğiniz yerdeki insanların zor duruma düşmesi, darlanmasıyla alakalı. 

İyi de bu siktiğimin itliği uğursuzluğu nerden çıktı derseniz ben size siktir çekerim çünkü mantıklı bir dayanağı var ama ben mantıklı şeyler hakkında konuşmayı pek sevmiyorum.

Özetin özetini size geçecek olursam: ben ciddi olan her şeyden(dinden, siyasetten, haberlerden, olaylardan vs.) ya da bu siktiklerimin sürekli konuşulmasından bıkmış, bıkmmış derken zaten ömrüm boyunca sevmedim bu lavukları. Gerçi daha ne yaşadım amk orası da var da. Neyse işte amk ben bu siktiğimin konularını konuşmaktan, anlatmaktan pek zevk almıyorum. Belki de anlatmayı beceremediğim için zevk almıyorum orasını bilemiyorum da işte sıkıcı geliyo amk. Zaten benim bi fikrim oluşmuş az çok ki bu oluşan fikir kesinlikle mantık dışı. Ben şimdi bu siktiğimin fikrini birisiyle paylaşıp kafasını bulandırmak istemiyorum. Kendi kafamı da bulandırmak istemiyorum çünkü anlattığım şeyin mantığa olan uzaklı beni rahatsız ediyor. Gördüğünüz gibi dünyanın en mantıksız paragrafını da yazdım buraya. 


Böyle de bi şey var ayrıca.

Özetin özetinin de bi özetini geçiyim de bari buraya kadar okuyanlara ayıp olmasın. Ben bu ciddi konuları ya da yaşadığım olayları konuşmayı hiç sevmediğim içün, yaşadığım anda yapılabilecek taşak seviyesine odaklanıyorum. Bu sayede de ortaya 'kadirin iti' kavramı çıkıyor.

Ben itlerimi çok seviyorum. Heralde itlerim de beni seviyor ki 'kadirin itiyim' diyebiliyor. Sabaha kadar da uğraşsam ben anlamak istemeyene 'it' ve 'itlik' kavramlarını kendi gördüğüm gibi gösteremem. Bu yüzden beni anlamak istemeyenler henüz sikimde değiller(aha ötekileştirdi). İtizm ve uğursuzizm felsefesini benimseyip, itlik ve uğursuzluk yapmak isteyen herkesi seviyorum. Ekibime it alımını sonsuza dek devam ettireceğim. Ekibim içinde kendisine bir it bahşetmemi isteyene de tabii ki söveceğim. Sen daha itsin(canım, ciğerim, oğlum, mustafa hariç). 

Gerek itlerimi çok sevip saymam, gerekse onları korumamdan ötürü faydacı düşüncelerle itim olanlar da yok değil. Olsun çünkü bana itlik yapmış oluyorlar. İtlerim en çok bana itlik yapınca mutlu oluyorum. 

Şimdi bu siktiğimin saçma sapan yazısını yazmamdaki asıl sebebe geliyorum. 
*İt alımım sonsuza kadar açık durumda.
*İtliğe giriş var, ben kovana kadar çıkış yok.
*İtlikte tamamen benim kurallarım geçerli. 
*Sisteme girdiğiniz zaman itist uğursuzist kadir diktatörlüğüne bağlı hale geliyorsunuz.
*Bana "hocam" diye hitap ediyorsunuz. Ben de size "oğlum/kızım"
*Ayrıca Kadir Bey Lokali'nin açılması halinde benim itim olduğunuz süre hesaplanarak yapılacak envai çeşit indirimden de faydalanıyorsunuz.
*Her ne kadar Erdi Bey Lokali'ndeki "kurtlar" bizi düşman olarak görse de biz onları düşman olarak görmüyoruz. Çünkü amacımız taşak. 
gibi benim dikta ettiğim bu siktiğimin durumuna siz de kadirin iti olaraktan katılmak istiyorsanız efenim. Ahan da ben burdayım.

İtim olun, itliğin keyfine varın. Kendi itlik sisteminizi kuramazsınız. Çünkü "itlik" bende. Bayaa bildiğin itlik bende. 

Not: "it" kavramından rahatsız olup "ben kimsenin iti olmam yaææ" düşüncesinde iseniz de itliğin yanında yürüttüğüm "müridlik" sistemine üye olabilirsiniz. İtim kadar da müridim var benim. Ama itlerimin yararlandığı ayrıcalıktan faydalanamazsınız onu da baştan söyleyim.

23 Şubat 2015 Pazartesi

Hamile Kadından Tahrik Olan Bakanlarımızın Ali Dağı'na Tepkisiz Kalması

Merhabayın ahali. Bildiğiniz gibi bi dayı bi ara çıkıp "hamile kadınlar sokakta dolaşıyor, o bebeğin nasıl yapıldığı aklımıza geliyor tahrik oluyoruz, kendimizden geçiyoruz, dayayacak göt, elleyecek meme bulamıyoruz" diye bir açıklama yapmış idi.

Pekii efenim sorarım sizlere hamile kadın gördüğünde bile aklına seks gelen bu dayıların "meme" şeklindeki kocaman bir dağı, dünyanın en büyük memesini ülkemizde barındırması doğru mudur. Bu Ali Dağı denen zibidi "dünyanın en seksi dağı" sıfatıyla Kayseri şehir merkezinin güneydoğu, Erciyes'in kuzeydoğusunda dimdik ve taş gibi duruyor. Bu ne rahatlık, bu ne haddini bilmezlik efenim. Şu yüzsüzlüğe bir bakar mısınız?

ne kadar da tahrik edici
Hayır kendisi yetmiyormuş gibi bir de levhasını asmışlar utanmadan.
edepsizler
Şimdi bu dağın en çok memeye benzediği yerderden birine, tahrik unsurunun en çok etkili olduğu bölgeye bakıyoruz. Aman tanrım o da ne TALAS!

Kayseri hakkında biraz bilgisi olanlar Talas'ın öğrencilerin kızlı erkekli evlerde kaldığı, günlerini gün ettiği, sabahlara kadar seks eylediği bir yer olduğunu bilirler.

Dağın meme şekli Talas'ta yaşayan masum vatandaşlarımız üzerinde büyük bir etki bırakmıştır ve ruh sağlıklarıyla oynayıp caanım insanlarımızı birer seks makinesine dönüştürmüştür.


Ayrıca bu dağın memeye en çok benzediği durumlardan birisi de üstten görünüşüdür. Ne hikmetse bu dağda sürekli yamaç paraşütü yapılmakta ve o dev memenin etrafında döndüre döndüre gencecik beyinler yıkanmaktadır.

bakar mısınız ne kadar da meme
çocuklarınızı bu oyuna alet etmeyin
Bu gidişe büyüklerimizin "bir dur" demesi gerekmektedir sevgili hemşehrilerim. Bu dağ derhal ıslah edilmeli, üzeri törpülenmeli, şekli değiştirilmeli ve insanlarımızın seks kölesi haline gelmesi engellenmelidir. Bakın o zaman ne Talas'ta düzenlenen seks ayinleri ne de yamaç paraşütü kalacaktır.

Bu dev memenin etkisinden insanlarımız bir an önce kurtarılmalı ve Kayseri'deki abazalık seviyesi düşürülüp müminlik seviyesi yükseltilmelidir.