sinema kuramları dersi içün hazırladığım incelemedir kendisi. hocamın beş sayfa da beş sayfa ısrarı yüzünden aynı şeyi 98236952360253 kere anlatmama neden olmuştur. yarısına kadar okuyun sonra gidin 31 falan çekin napıyosunuz amk.
In
Time filmi insanların para yerine hayatlarını kullandığı, harcamalarını kendi
yaşayacakları zamandan düşerek gerçekleştirdikleri bir dünyada geçiyor. Bu
dünya kimilerine göre fantastik, kimilerine göre distopik, kimilerine göre de
olması gereken bir dünya.
25 yaşından sonra yaşlanmanın
durduğu ve bir yıllık saatin geri sayıma başladığı, kast sisteminin hüküm
sürdüğü bir dünyadan bahsediyoruz. Bir kere zengin olmayı başaranlar ya da
zengin bölgede doğanların, diğer bölgelerdeki insanların zamanını sömürerek
ölümsüzlüğe ulaşabileceği bir dünya… Bu sömürüyü şu an yaşadığımız gerçek
dünyaya vuracak olursak çok rahat bir şekilde kapitalizmin işleyiş şekline
bağlayabiliriz. Zenginler kendi refahları, kendi rahat yaşamları için adeta
köle haline getirdikleri insanların ölmesine, aç kalmasına neden olmakta.
Filmde 12. Zaman Bölgesi olarak belirlenen Dayton’a bir asırlık saatle gelen ve
filmin kaderini değiştiren kilit karakter Henry Hamilton’un, Will Salas’la
arasında geçen konuşmada bunu açıkça dile getirdiğini de görüyoruz. Birilerinin
ölümsüz olması için birçok insanın ölmesi gerektiği ve herkesin ölümsüz
olamayacağı gerçeği Hamilton’un ağzından açıklanıyor. Çünkü herkes ölümsüz
olursa insanları koyacağımız bir yer yok.
Zenginlerin
ölümsüz olabilmesi için fakirlerin zamanlarını çalması gerekiyor. Zaten
ekonomiyi kontrol altında tutan zenginlerin bu çalma işlemini sürekli yapılan
zamlarla ve sürekli yükselen enflasyonla çok rahat yürüttüklerini
söyleyebiliriz. Tıpkı gerçek dünyada olduğu gibi. Bir yerde olması gerekenden
fazla para(zaman) varsa hemen eritilmelidir fikri yıllardır dünyamıza hakim
olmuştur. Will ve Sylvia’nın bu oluşumu yıkmak için yaptıkları girişim sonrası
Philippe Weis çok acımasız bir gerçek olan “Bir nesil için dengeyi
oturtabilirsin. Bilemedin iki… Ama kendini kandırma sonunda hiçbir şey
değişmeyecek. Çünkü herkes sonsuza dek yaşamak ister.” Repliğini yüzümüze
vurmaktadır. Yapılan bu denge girişimi, herkesin eşit olması girişimi çok kısa
sürecektir. Denge kurulduktan sonra yine kısa bir süre sonra bozulacak belki
güç el değiştirecek, belki de yine eski zenginlerin daha da güçlenmelerine
neden olacaktır. Bu bölüm çok önemlidir. Çünkü Sylvia kimsenin ölümsüz olmaması
gerektiğini, bütün insanlara eşit miktarda yetecek kadar zamanın olduğunu ve bu
zamanın eşit miktarda dağıtılması gerektiğini söyler ki bu sosyalizmdir. Babası
ise bunun çok kısa süreceğini söyler. Dünyada sosyalizmin ömrüne baktığımız
zaman babasının haklı çıkacağını görürüz. Çünkü insan bencil bir yaratıktır.
Ölümsüz olmak, zengin olmak, en güçlü olmak ister. Bu yönüyle baktığımızda film
kapitalizmin ya da kast sisteminin yıkılması değil yaşatılması gerektiğini,
insan doğası gereği yaşatılacağını ve yok edilemeyeceğini gösteren ideolojik
olarak üretilmiş bir gerçekliktir.
Kameranın In Time filminde açığa vurduğu şey
baskın olan ideolojinin kendine kendini sunmasıdır. Kapitalizm ve Kast Sistemi
içerisinde gücü elinde bulunduranlara bu gücü kaybetmemeleri gerektiği, güçsüz
olanlara da sisteme karşı koymamaları gerektiği fikri aşılanmaktadır. Çünkü bu
karşı koyuş güçlü taraftan da gelse, güçsüz taraftan da gelse sistemi yok
edemeyecek, sadece sekteye uğratacaktır.
In
Time Hollywood’da yapılmış bir tür filmi olması nedeniyle sistemin ideolojik
bir ürünüdür. Tür filmleri gerçekleri maskeleyen yalanlardır ve Hollywood
çıkarları için çalışırlar. In Time filminin bu sistemin devamı için yaptığı ise
filmde sistemi yıkmak için yapılan ilk girişimde başarıya ulaşılması ve
izleyicide bir tatmin oluşturmasıdır. Ama bu tatmin duygusunun yarım kaldığı
filmin sonundaki olağanüstü büyüklüğe sahip olan banka görüntüsüyle
kanıtlanabilir. Philippe Weis’ten çalınan bir milyon yıl çok kısa bir sürede
insanlara dağıtılmış ve tükenmiştir. Üstelik Will ve Sylvia için de zaman kalmamıştır
ki daha büyük bir bankayı soyma işine girişilmektedir. Zamanın yani paranın bir
değeri kalmamıştır çünkü Zaman Tefecisi Weis tabelasındaki faiz oranını %30’dan
%37’ye çıkartmıştır. Zaman yine çıktığı yere geri dönmektedir. Dönmeye devam
edecektir. Sistemi yıkmak için yapılan bütün girişimler sonuca ulaşamayacaktır.
Bütün bu olanlar seyircideki tatmin duygusunu sekteye uğratmaktadır. Ama yine
de seyirciyi harekete geçmekten alıkoymaktadır. Çünkü filmde sunulan sistemle
seyircinin yaşadığı sistem aynıdır ve filmde başarıya ulaşamamış bir girişimin
gerçekte başarıya ulaşması çok daha zordur. Bu da seyircide sisteme karşı bir
çekinme ve korku ortaya çıkarır. Filmi seyreden egemen sınıf da olsa ezilen
sınıf da olsa sistemin devam etmesi için çalışır. Yani ülkemizde bir duvarda
yazılı olan “Zenginleri öldürecez hazır olun.” cümlesi eyleme geçemeyecek,
duvarda yazılı kalacaktır. In Time seyircinin zihnine zenginleri öldürmenin,
Robin Hood gibi zenginden alıp fakire vermenin anlamsız bir hareketten başka bir
şey olmadığını kazımaktadır.
Duvara
“Zenginleri öldürecez hazır olun.” yazısını yazma cesaretini gösterip harekete
geçemeyen, bir türlü silahlanıp sistemi yıkamayan yani organize olmayı başaramayan
bir grup için In Time; “Bakın biz iki kişi elinde ne varsa aldık, almaya da
devam edeceğiz, dünyada fakir hiç kimse kalmayacak, herkes eşit olacak”
ütopyasını vermekten başka hiçbir şey sunmamaktadır. İki kişiyle koskoca sistem
çökertilmiş –gibi- gösterilmektedir. Duvarlara o yazıyı yazan yurdumuzun insanı
da bu olguyu olduğu gibi kabul etmektedir.
Bilim-Kurgu
filmleri hiçbir zaman günümüzde geçmemektedir. Bu filmler ya yakın bir
gelecekte ya da çok uzun yıllar önce çok uzak galaksilerde geçmektedir. Yakın
bir gelecekte geçen In Time da bu furyanın içerisinde yer almaktadır. Bu
filmlerin şimdiki zamanda geçmeleri ekranda görünen şeyleri seyircinin garip
karşılamasına neden olacaktır. Seyirci gerçekte olmayan şeyleri ekranda
gördüğünde filmin gerçekliğinden kopacak ve nesneye odaklanacaktır. Bu da filmi
daha eleştirel izlemesine ve karakterle özdeşleşme sorunu yaşamasına neden
olacaktır. Ama film şimdiki zamanda geçmediğinde seyirci kurulan evrene hayran
kalmaktadır. Mekanları şaşkınlıkla izlemekte ve kendisini baş roldeki
karakterin yerine koymaktadır. In Time, filmi izleyen yaşlı genç, kadın erkek
fark etmeksizin herkesin ana karakterlerle özdeşleşme sağladığı bir filmdir.
Erkek seyirci bir anda Will Salas, kadın seyirci de bir anda Sylvia Weis olup
çıkmıştır. Will Salas’ın sisteme karşı çıkması normaldir ama Sylvia’nın o kadar
zenginliği bırakıp bir anda kaçak hayatı yaşamaya başlaması kadın seyirciyi
yakalamak için yapılmış bir Hollywood tür filmi hamlesidir. Bu hamlenin de
başarıya ulaştığını çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz.
Öykünün içinde geçtiği toplum dramatik açıdan
filme bir katkı sağlamamaktadır. Filmin gidişatını değiştirecek bir hamle
yapmamakta, ana karakterlerin uğruna savaştığı, yaşaması için mücadele ettiği
ve kendisine ana karakterler tarafından hediye edilen zamanı tüketmektedir.
Toplumun bu pasif tutumu izleyicide bir toplumsal ayaklanma isteği değil,
kendisini kahraman olarak hissedip tatmin duygusu yaşamasını isteyen sistemin
bir oyunudur. Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek istemeyen sistem, yaptığı
kapitalizm karşıtı (gibi) filmlerin hiçbirinde topluma aktif bir rol
vermemiştir. İzleyiciler gerçek dünyanın bir alternatifi olarak bu filmleri
izlemiş ve sonucunda egemen sınıfa itaat eden bir çözümle karşılaşmıştır. Bu
çözüme de karşı çıkmak bir yana hayran kalmışlardır.
Temsil
edilen gerçeklik hiçbir zaman gerçeğin bir kopyası olmamıştır. Bu gerek zamanla
gerekse kullanılan araç gereçlerle ideolojik olarak üretilmiş bir gerçekliktir.
Para yerine zamanın kullanılması, yakın bir gelecek, zaman muhafızları, zaman
bölgeleri arası geçiş kapıları üretilen bu gerçekliğin bir göstergesidir. In
Time kapitalizm ve kast sistemi eleştirisi yapıyormuş gibi görünmektedir. Ama
kapitalizmde bir kişinin bir anda zenginleşmesi rüşvetle çok rahat
örtülebilmektedir. Kast sisteminde ise sınıflar arası geçiş kapısı yoktur.
İnsanların önceki ve sonraki hayatları olacağı yalanı üzerinden isyan
etmemeleri sağlanmaktadır. Filmde zaman bölgeleri arası geçiş pahalı da olsa
serbesttir fakat bu geçiş hemen göze çarpmakta ve müdahale edilmektedir. Egemen
ideolojinin filmi bu şekilde kurgulamasının nedeni insanların sınıf
değiştirmemesi gerektiğini, sınıf değiştirme halinde hem kendi hayatlarının hem
de sistemin büyük sıkıntılarla karşılaşacağını kanıtlamaktır. Hem bölgeler
arası geçişle sistem çok masum bir şekilde gösterilmiş; paranız varsa tabii ki
geçebilirsiniz, sizi kimse engelleyemez izlenimi yaratılmış hem de bir yerden
elinize para geçmiş olabilir ama o para sizin hakkınız değil siz onu en yakın
sistem bekçisine teslim edin ki başınıza bir iş gelmesin, biz sizin iyiliğinizi
düşünüyoruz fikri yerleştirilmiştir.
Filmler
ekonomik sistem içinde kaldıkları sürece, para kazanma kaygısı güttükleri
sürece ideolojiktirler. Para kazanma kaygısı güden Hollywood yapımı bir filmin
ideolojisi de tabii ki kapitalizmin hakim olduğu egemen ideoloji olacaktır.
Film egemen ideolojinin çıkarlarına göre şekillenecek, dünya egemen ideolojinin
istediği şekilde kurulacak ve hikaye egemen ideolojinin yararını gözetecektir. Film
yapımının aracı olan senaryo, mekan ve karakter çözümlemeleri gerçeğin birer
parçasıdır. Bu gerçek ise ideolojinin dışa vurumudur.
Hollywood
yapımı filmler halkın istediği filmi çekiyormuş gibi görünürler ve bu noktada
gişe başarısının arkasına saklanırlar. Ama bu yapımlar halka istediği şeyi
veriyormuş gibi görünmektedir. Asıl verdikleri şey egemen ideolojinin
istedikleridir. Egemen ideoloji de tabii ki sistemin devam etmesini ve daha
uzun yaşamayı, daha güçlü olmayı, daha zengin olmayı istemektedir. Halk ve
halkın zevkleri ideoloji tarafından oluşturulmuştur. Halkın temel yapısı, nasıl
giyineceği, neyle besleneceği, nerede yaşayacağı, nerede asla yaşayamayacağı,
neyi düşünüp neyi düşünmemesi gerektiği ideoloji tarafından halka
öğretilmektedir. Bu öğretme işlemi içinde Hollywood gibi devasa bir yapının
etkisi de oldukça büyüktür.
Baskın
olan ideolojiyi konu edinmek onu eleştirmek olarak halka çok rahat bir şekilde
yansıtılmaktadır. İdeolojik sistemin dili olarak kullanılan Hollywood, ideoloji
eleştirisi yaparsa bu eleştiri başarıya ulaşır mı? In Time filminin eleştiri
yaptığını düşünebileceğimizi çok fazla söyleyemeyiz. Çünkü In Time bir eleştiri
yapmaktan çok bir korku salma, bir sindirme amacı gütmektedir. Yapılan her
eylem, girişilen her mücadele sonuçsuz kalmaktadır. Bu sistem asla yok edilemeyecektir.
Bu nedenden dolayı sisteme karşı yapılan her hamle anlamsızdır.
İnsanları
“birey” olma gibi bir saçmalıkla her geçen gün daha fazla yalnızlığa iten
sistem, geleceğini garanti altına almak istemektedir. Tek başına hiç kimsenin
koskoca sistemi yıkamayacağı her “birey”e aşılanmakta ve toplum her geçen gün
daha da “birey” gibi yetiştirilmektedir. “Kişisel” bilgisayarlar,
“kişiselleştirilmiş” arayüzler, daha fazla “kişiselleştirilebilir” cep
telefonları insanlara kendisini özel hissettirmeyi amaçlamakta, tür
filmlerindeki ana karakterler de tek başlarına koskoca sistemi deviren bir
kahraman olarak gösterilmektedir. Zaten kendisini özel hisseden bu
yetiştirilmiş “birey”ler de kendisini koca sistemi alt eden bu karakterin
yerine koyup “kişisel” bir tatmin sağlamakta, sistemi kendisi yenmiş gibi bir
duygu yaşamaktadır. Telefonunu şarj etmediği için arkadaşını ekip dışarı
çıkmayan bu yaratılmış “birey”lerden sistemi yıkması beklenemez. Sistem
tarafından ayrıştırılıp, sindirilen bu toplum egemen ideoloji ne derse onu
yapmaktan ileri gidemez bir duruma düşer. Egemen ideoloji ve Hollywood başarılı
bir işbirliği yaparak dünyayı kontrol altına çok uzun bir zaman önce almıştır.
İnsanın doğası gereği bencil olması ve sistemin önayak olmasıyla günden güne
daha çok bencilleşmesi In Time filmindeki “birey”lerin ölümsüz olmak için
birçok insanın ölümünü göze almasına, kendisinin yaşamasının birçok insanın
ölümüne neden olacağını bildiği halde ölümsüz olmak istemesine neden
olmaktadır. Philippe Weis kendi kızı için istenen fidyeyi bu ölümsüz olma
isteği, yaşama açlığı nedeniyle vermemiş ve Sylvia “Bir saniyene bile kıyamadın
değil mi?” sorusuyla bunu babasının yüzüne çarpmıştır.
Filmde
iki kişiyle başarılan(!) sistemi sekteye uğratma gerçek dünyada
sağlanamamaktadır. Çünkü gerçek dünyada güvenlik güçleri daha acımasızdır ve
silahlarını öldürmek için kullanırlar. In Time’da zamanı olan birisini
öldürdüğünüzde o zamanı alamazsınız bu yüzden onu öldürmek için ateş etmek
büyük bir saçmalıktır. Gerçek dünyada insanların toplumsal hareketlere
kalkışmaktan çekinmek bir tarafa organize bile olamamaları sistemin kendisi
için sağladığı bir başarıdır. Ülkemizde insanların bireyleşmesinden sonra
gerçekleşen Gezi Parkı eylemlerinde de bu organize olamamayı gözümüzle gördük. Organize
hareket etme durumu genel olarak Çarşı gibi daha önceden organize olmuş gruplar
arasında gerçekleşmiştir. Toplumun bütününde bir organizasyon gözlemlenmemiş
sadece düşeni kaldırmaya ve ihtiyacı olana yardım etmeye dayalı bir sistem
hakim olmuştur. İktidarı değiştirecek nitelikte olan ve ülkenin birçok büyük
şehrinde ortaya çıkan bu ayaklanma organizasyon eksikliği nedeniyle tatlı bir
anı olarak akıllarımıza kazınmıştır. Hem mobilleşen hem de sosyal medyaya bağlı
bu hareket için “Game of Thrones izlemeyi bırakıp sokağa çıkmak” gibi
tabirler de gençler tarafından
kullanılmıştır.
Konuyu
toparlayacak olursak In Time filmi kapitalizm ve kast sistemini konu
almaktadır. Ama bunları konu almak eleştiri ya da kötü yanlarını gösterme
şeklinde karşımıza çıkmamaktadır. Aksine kapitalizmin kötü yanları
gösteriliyormuş gibi yapılmaktadır. Kapitalizmin asla yıkılamayacak olan ve
yıkılmaması gereken bir sistem olduğu seyircinin aklına kazınmaktadır.
Olayların içinde geçtiği halk hikayenin gidişatını değiştirmemekte sadece
kendisine verileni tüketmektedir. Böylece kapitalizmin ve kast sisteminin
barındırdığı toplumun işe yaramaz birer tüketim toplumu olduğu ve bazı
kahramanlara arka plan oluşturmaktan başka bir işe yaramadığı mesajı
verilmektedir. İdeal kadın ve ideal erkek karakterlerimiz bir olup sistemi
sekteye uğratmayı başarmışlardır. Bu durum seyircide harekete geçmemek için bir
tatmin duygusu da yaratmaktadır. Kaçış yolu olarak mutlu sonla biten film her
ne kadar konusu kapitalizm ve kast sistemi de olsa Hollywood yapımı, para
kazanmayı hedefleyen ve egemen ideolojinin çıkarlarını gözetip içerisine egemen
ideolojinin vermek istediği mesajların yedirildiği bir tür filmidir. Tür filmleri
de hiçbir zaman yemek yediği kapıyı kapatmak istemeyeceğinden filmde bir
kapitalizm ve eleştirisi yoktur. Filmde kapitalizmin ve kast sisteminin
sürdürülmesi gerektiği alt mesaj olarak seyirciye sunulmaktadır.
Yine
de insanlara “Senin sonsuza kadar yaşaman birçok kişinin ölmesine bağlı.
Sonsuza kadar yaşar mısın?” sorusunu sorabildiği için, belki de sistemin içinde
ancak bu kadarını yapmaya gücü yettiği için Andrew Niccol başarılı bir iş
çıkarmıştır. Genel olarak topladığı eleştiri ise çok güzel bir konuyu, çok
güzel bir dünyayı, çok kötü bir senaryoyla berbat etmesi olmuştur.