26 Aralık 2014 Cuma

Premiere Mavisi

CYAN


Nedir bu cyan? maviyle yeşil arası lanet olası üç boyutlu gözlüklerde kırmızının yanında kullanılan renktir. durup  dururken nerden çıktı peki bu amına kodumun çiyanı tabii ki adobeden.

yakın bi süre önce adobe cc sürümlerinin 2014.1 sürümünü yayınladı. ki ben daha 2014 amcığına yeni alışmaya başlamıştım. hatta alışamamıştım bildiğin ayar oluyodum.

çok sevgili kardeşim vee canım oyuncum mustafanın bana gel premiere kur diye diye kafamı sikmesinden sonra hayatım değişti. mustafaya kurduğum premiere maviydi amk. biz sik sok sarı turuncu arası ne sikim olduğunu bilmediğimiz renkte bi premiere kullanırken mustafaya çok şekil şükül mavi bi premiere yüklemiştim.

mavi premierei herkese anlatıyodum. deli çıkmıştım o maviliği görünce. gözlerim kamaşmıştı güzellik karşısında. aklımı çıldıracak gibi oluyodum. hemen kendi bilgisayarımdaki adobeleri güncelleyip masmavi yaptım. hem açılışları da çok şekil şükül olmuştu. yerimde duramıyodum allahım.

ev arkadaşım şafak da o sıra bilgisayarına premiere kurmaya çabalıyodu. tabii mac farklı olduğu için ne crack ne torrent ne de cc'den verim alamıyodu. oğuz eskisini kur kanka nolucak gibi cahilce bir laf etti ve oracıkta oğuzu bıçaklayıp fışkıran kanı izledik. lan o da ne, fışkıran kanı mavi görüyoduk. mavi gözlerimizi bürümüştü. mavi için arkadaşımızı bıçaklamıştık. sonra şafak o mük kem mel güzellikteki mavi premiere'i macine kurdu. kurguyla alakası dahi olmayan şevket bile sırf mavi olduğu için tüm adobe programlarını kurmuştu. deli gibi adobe mavisi konuşuluyodu.

windows 8'i 8.1 yaptıktan sonra "bilgisayar" yazısının "bu bilgisayar" olmasından farklıydı sarının mavi olması. allahım ne kadar şekil ne kadar şükül bir renk gözlerimi alamıyodum. tim burton efsanesinin neden mavi gözlükle gezdiğini de yavaş yavaş anlamaya başlıyodum.

bu şekilliğe mavi premiere demenin hakaret olacağını düşünüp cyan demeyi denedik. ama bizim premieredeki mavimizin kodu farklı cenabet bi şeydi. 31 diye başlayan renk mi olur amk diyip adobe'yi aradık. onlar da bize tıkladığınızda o koda geçiyor tıklamadığınızda renk biraz daha koyu onu da mı biz söyleyelim amına kodumun çocukları cevabını verdi. ilk başta sakinliğimizi koruduk ve bu cenabetliği düzeltmek için adobe'nin merkezine gitmeyi teklif ettik. adresi sorduğumuzda "adobe merkez kafasına göre herkez" diye bir mesajla karşılaştık. kan beynime sıçradı. buna tahammül edemezdim. oğuzun karnındaki bıçağı aldığım gibi leventteki adobe türkiye binasını bastım mesajı atan kişiyi oracıkta pıçaklayıp savrulan mavi kanları izledim. amına koyduğumun çocuğu herkes yazsa bu yazıyı mapus koğuşlarından değil evimden yazıcaktım. allahtan aidsim dedim de kimse sikmeye falan yeltenmiyo. 

22 Aralık 2014 Pazartesi

İtalyan Lanet Gerçekçiliği

Dünya sinema tarihi dersi için fuzuli olarak yaptığım ödevdir kendileri. Bu ödevin verilmesi ve iptal olmasında emeği geçen herkesin ayrı ayrı annesini sikeyim


            Film analizlerine başlamadan önce İtalyan Yeni Gerçekçi Akımı hakkında bütün filmlerde olan ve bahsetmeyi unutabileceğim bilgileri vereceğim. Öncelikle filmlerde kullanılan oyuncular amatör ve yaptıkları hareketler doğal. Filmlerde duyduğumuz bütün diyalog ve ortam sesleri sonradan eklenmiş yani dublaj yöntemi kullanılmış. Filmler çok düşük bütçelerle savaşa çok yakın yıllarda hatta bazıları savaş devam ederken çekilmiş. Bu nedenle filmlerde yıkık dökük binalara rastlamak mümkün. Filmlerde kullanılan mekanlar da gerçek mekanlar. Bütün filmlerde de kamera sokağa çıkmış. Kameranın sokağa çıkması ve kullanılan doğal ışığın en önemli nedeni ise filmlerin olabildiğince gerçekçi ve belgesel film niteliğinde verilmek istenmesi. Yine bu gerçekçiliği sağlamak için özel efektler de asla kullanılmamış. Geçiş efekti olarak kullanılan wipe buna dahil edilmemelidir tabii ki. Filmlerin kurgusunda herhangi bir standart dışı durum kullanılmamış, doğal kronolojik akışla filmler ilerlemiş. Dönemine göre oldukça pahalı olan görsel efektlere ise yer verilmemiş. Diyerek filmleri önce tek tek daha sonra da toplu olarak İtalyan Yeni Gerçekçi Akımı'na göre analiz edeceğim.


_______________________________________________
            Ladri di Biciclette - Bisiklet Hırsızları

            Film Vittorio de Sica'nın en ünlü filmidir ve savaş sonrası İtalya'sında geçmektedir. İşsizliğin yüksek olduğu bir ortamda bisiklet gerektiren bir iş bulan Antonio Ricci'nin para kazanmak için verdiği mücadeleyi izliyoruz. Eski püskü dağınık evlerin arasında geçen filmde Antonio Ricci ve ailesinin dramı bize sunuluyor. Film çoğunlukla Antonio ve oğlu Bruno üzerinden akıyor fakat görmesek de filmin ana unsuru tabii ki bisiklet. İtalyan Yeni Gerçekçi filmlerinin temel özelliği olan toplumsal bakış açısı ve gerçekçiliği de Sica bize bir aile üzerinden sunuyor. Halkın çektiği işsizlik derdi ve Antonio'nun iş bulduktan sonra '2 Yıl' daha bekleyemeyeceğini söylemesi ve bisiklet alabilmek için çarşaflarını rehin bırakmaları da  halkın yaşadığı durumu gözler önüne seriyor.

            Filmde Vittorio de Sica İtalyan Yeni Gerçekçi Akımı'nın getirisi olarak amatör oyuncular kullanmıştır. Doğal ışıktan yararlanan de Sica kurguda abartıya kaçmamıştır. Film Roma'ya tutulmuş bir ayna olarak nitelendirilebilir. Kilise, karakol, genelev, lokanta, otobüs sıraları gibi mekanların belgeselini izlemiş izlenimi yaşatmaktadır. Özellikle kilise sahnesinde bir avukatın önlük takıp insanları tıraş etmesi, kayıp ihbarında bulunduğu sırada Antonio'nun yanında polisin arkadaşına "sadece bisiklet" demesi bize ülkedeki sosyal yapı ve mevcut durumu sunmaktadır. Ayrıca lokantada Bruno'nun dönüp baktığı masayla ilgili babasının söyledikleri de göz ardı edilemez.

            Filmde  toplumun durumu aslında bu dememi sağlayan ve benim en çok dikkatimi çeken sahne ise karısı Maria'nın gittiği falcıya gitmek zorunda kalan Antonio'nun durumudur. Geçmişten gelen tarih bilgilerimde ülkelerin kötü bir gidişata sürüklendiği dönemlerde halk falcılara kahinlere gitmektedir. Hatta Osmanlı Devleti'nin bir döneminde ülke yöneticileri bile falcılarla içli dışlı olmuş ve büyük sıkıntılar bitmek bilmemiştir. Sadece Antonio'nun falcı kadına gittiği sahne üzerinden bile bölgede zor ve sıkıntılı bir dönem yaşandığını söyleyebilirim.

            Vittorio de Sica'nın Ladri di Biciclette'si İtalyan Yeni Gerçekçi Akımı'nın en çok bilinen eseridir. Sosyal yapıya tutulmuş bir ayna, bir belgeseldir. Sokak çekimleri, kameranın özgür olması, filmin düşük bütçeli olması, amatör oyuncuların yaptığı doğaçlama oyunculuk (Bruno'nun yağmur yağarken düştüğü sahnede üzerini silkeleme şekli gibi - buraya gif gelirdi de dev üşendim ödeve de sinirliyim zaten), hümanist ve toplumcu bakış açısı gibi özelliklerle Bisiklet Hırsızları Yeni Gerçekçilik Akımı'nı oldukça yansıtmaktadır. Film üstüne yazıp yazıp bitiremeyeceğim unsurlar taşıyor fakat derdimi anlattığımı düşünüp bir başka filme geçiyorum. :)


_______________________________________________
            Ossessione - Tutku

            Ossessione Luchino Visconti'nin ilk sinema filmidir. Film henüz savaş devam ederken ve Mussolini İtalya'nın başındayken çekilmiştir. Bu durum da filmin başına talihsiz olayların gelmesine neden olmuştur. Bu film merkezine bir toplumsal meseleyi almamıştır. Ama yine de yasaklanmayı başarmıştır. Merkezinde bir yasak aşk ve bir suç vardır. Bu da filmin yasaklanmasına yetmiş de artmıştır çünkü 'kutsal aile' kavramı yerle bir edilmiştir. Fakat yaşanan tüm bu olaylar karnı aç, bir yerden bir yere seyahat eden ve 'ne iş olsa yapan' bir adamın başından geçiyor. Buradan kaptığımız sınıfsal vurgu ve toplumsallığa bir de kameraların sokağa çıkması, gerçekçi oyunculuk, düşük bütçe ve gerçek dekor gibi Yeni Gerçekçi unsurları da ekleyince karşımıza akıma uygun bir film çıkıyor. Ayrıca film akımın ilk filmi olarak kabul edilmekte bu da filmde Yeni Gerçekçi Akımı'nın bütün özelliklerini aramaya hakkımız olmadığı anlamına gelmektedir. Çünkü bir akımın oluşması ilk örneklerin üzerine eklemeler yapılarak gerçekleşir.

            Filmde kullanılan uzun planlar, olayın akışına bırakılması, bir bölgeyi olduğu gibi yansıtma işlevi görmektedir ama filme belgesel film dememiz için yeterli değildir.

            Bu film hakkında bir önceki film kadar yazacak çok şeyimin olmaması nedeniyle mutsuzum. Çünkü yasak bir aşk uğruna işlenen suç ve alttan verilen sınıfsal çatışma mesajı dışında pek bir şey dikkatimi çekmedi. Yine filmde kullanılan doğal ışık ve kurgu da akımın gerekliliği olarak bize sunuldu. Filmde verilen cinsel özgürlük mesajını da akımın toplumcu ve  özgürlükçü yapısına ekleyip savaş üçlemesine geçiyorum.


_______________________________________________
            Roma, Citta Aperta - Roma Açık Şehir

            Roberto Rosellini'nin savaş üçlemesinin ilk filmi olan Roma, Citta Aperta Roma'daki işgalin bitmek üzere olduğu dönemde çekilmiştir. Savaşın sıcaklığını ve buhranı üzerinde taşıyan film bize hem savaş psikolojisini hem de insanların yaşadığı zorlukları yansıtmaktadır.

            İtalyan Yeni Gerçekçi Akımı'nın öncü filmlerinden olan Roma, Citta Aperta oyuncuların büyük çoğunluğunun amatör olması, doğal ışık kullanımı hatta doğal ışık kaynağı olan güneşin vurgusu, kamera hareketlerindeki özgürlük, yıkık dökük binaların arasında yapılan çekimlerin sağladığı gerçeklikle bir belgesel izlenimi oluşturuyor.

            Öncelikle film daha başlarken yapılan açıklama yazısında "işgal sırasında yaşanılan olaylardan esinlenilse de hayal ürünüdür" ve "gerçekle film arasında yaşanılan çakışmalar rastlantısaldır" cümleleri gerçeğin olabildiğince yansıtıldığını anlatıyor. Filmin sonunda direnişin başarıyla sonuçlanması gibi klasik bir dramatik öykünün olmaması da bir belgesel film izlediğimiz fikrine kapılmamı sağlıyor. Filmin sonunda çocuklar ıslık çalarken bombalarını, silahlarını kullanıp rahibi kurtarmasından ve olayın kahramanlık hikayesine dönüşmesinden çok korktum. Rahibin açılan ilk ateşten sonra ölmemesi ve sonrasında komutanın canice vurmasıyla işte bir belgesel izledik dedim.

            Toplumsal soruna değinilen, savaşın kötülüğünü belirten önemli bir nokta  ise insanların fırını yağmalamalarıydı. Hatta fırından aldığı yiyeceği bir askere veren Pina'ya askerin verdiği "almamam gerekiyordu ama çok açım" ifadesi durumu açıkça özetliyor.

            Yapılan işkence sahnelerindeki gerçeklik hissi, işkence sırasında insanların tutumu ve "üstün ırk" terimine yapılan eleştiri de filmin toplumsallığına katkı sağlıyor. Özgürlük peşindeki  insanların verdiği mücadeleyi duygulara da ağırlık vererek çok başarılı bir anlatım ortaya çıkarılmış.

            Bu film için seslerin dublajla eklendiğini özellikle belirtmek isterim. Çünkü film Roma henüz işgal altındayken gizli saklı, sessiz sessiz çekilmeye başlamıştır.

            Kadrajlamadaki belgesel havası, özgür kamera hareketleri, basit ve doğal kurgusuyla bize direniş içindeki insanların verdiği mücadeleyi olabildiğince 'gerçek' bir biçimde aktaran Rome, Citta Aperta akımın en önemli filmlerindendir diyebilirim.


_______________________________________________
            Paisa' - Hemşo

            Roberto Rosellini'nin savaş üçlemesinin ikinci filmi olan Paisa' birbirinden bağımsız parçalardan oluşuyor. Her parçanın önüne eklenmiş tanıtıcı, açıklayıcı, haber niteliğindeki görüntülerin ardından, yaratılmış ve yaşanmış olması çok büyük olasılık taşıyan olaylar verilmiş. Yaratılan bu belgesel havası bütün film boyunca devam ediyor. Yalın bir anlatımla ve yine bütün Yeni Gerçekçi filmlerde olduğu gibi amatör oyuncularla toplumsal bir film çıkarılmış.

            Daha başlar başlamaz  verdiği belgesel havasıyla akımın etkisini hemen hissettiren filmde anlatımdaki mesaj vermeye yönelik yapı dikkat çekiyor. Filmde mesajın birden fazla olay üzerinden anlatılması ve toplumcu bakış açısıyla verilmesi de yönetmenin niyetini açıkça belli ediyor. Yıkık dökük harabeler arasında koşuşturan halkın durumu olağan gerçekliğiyle gözler önüne seriliyor. Botlarını çalan bir çocuğun yaşadığı yere giden siyahi asker Joe da oradaki insanların durumu karşısında dehşete kapılıyor.

            Filmin her parçasında farklı bir mesaj farklı bir olay oluşu da insanı tutmaya yetiyor. Bir bölümde oğlunu soran bir anne, bir bölümde askerlere görünmeden bir yerlere gitmeye çalışan iki insanın camdan bakışı, muhtemelen emekli bir binbaşının başına güneş geçmemesi için miğferini istemesi, nehre adeta bir etiket yapıştırılarak atılmış gerilla cesedi gibi insanı derinden etkileyen dramatik olaylar zinciri. Dramatik olaylar zinciri dediysem olaylar Hollywood'un klasik anlatısındaki gibi başlayıp, yükselip, çözülmüyor. Olaya ortasından girip, iyi ya da kötü sonucunu göremeden çıktığımız oluyor. Filmin birbirinden bağımsız altı parça halinde işlenmesi zaten klasik bir dramatik yapısının olmadığını bize gösteriyor. Filmin kurgusu da çok fazla karmaşa, algılanması zor bir durum yaratmadan hatta olayın öncesinde haber görüntüsü şeklinde bir açıklama sunularak yapılmış.

            İkinci Dünya Savaşı'nın 1943-1944 yıllarında İtalya'nın bazı bölgelerinde yaşananların belgeseli olan film; hümanist bir bakış açısıyla, yıkık dökük binalar arasında, sokakta, çoğunlukla profesyonel olmayan oyuncularla ve düşük bir bütçeyle çekilmiştir. İtalyan Yeni Gerçekçi Akımı'nın hemen hemen bütün özelliklerini taşımaktadır.


 _______________________________________________          
            Germania, Anno Zero -Almanya, Sıfır Yılı

            Roberto Rosellini'nin savaş üçlemesinin son filmi olan Germania, Anno Zero 2. Dünya Savaşı'nın en çok yıkım yaptığı Almanya'da 'sıfır yılı'nda geçmektedir. Savaşın bıraktığı yükün altından kalkmaya çalışan bir ailenin hikayesini anlatan filmde, ailenin bütün yükünü üstlenen bir çocuğun psikolojisi de oldukça güzel yansıtılmıştır.

            Germenia, Anno Zero savaşın darmaduman ettiği, harabeye dönüştürdüğü Berlin'de  gerçek mekanlarda çekilmiştir. Savaş sonrası dönemin yaşam koşullarını anlatan bir belgesel niteliği taşıyan film duygulara olabildiğince vurgu yapmaktadır. Yeni Gerçekçi Akımın önemli filmlerinden olan Germanio, Anno Zero akımın hemen hemen bütün izlerini de üzerinde taşımaktadır. Filmin anlatımındaki hümanist bakış açısı, kameraların olabildiğince özgür oluşu ve bu özgürlükle sürekli sağa sola dönerek verilen diyaloglu uzun planlar adeta insana orada bulunan üçüncü bir kişiymiş hissi vermektedir. Yine profesyonel olmayan oyunculara da yer verilen film düşük bir bütçeyle çekilmiştir. Filmin kurgusu da akımın bir gerekliliği olarak basit ve akıcı bir şekilde yapılmıştır.

            Halkım durumunu en iyi yansıttığını düşündüğüm sahneler ölmüş bir attan et parçası koparmak için birbiriyle savaşan ve araçlardan düşen kömür parçalarını toplayan insanları örnek verebilirim.

            Filmin asıl anlatmak istediği konu ise bir çocuğun savaştan nasıl etkileneceğidir. Rosellini de zaten bu filmi oğluna ithaf etmiştir. Edmund henüz bir çocuk olmasına rağmen savaşın vurduğu darbeyle olabildiğince olgun davranmaya çalışmaktadır. Ama eski öğretmeninin söylediklerinden etkilenip babasını öldürmesi ve bu olaydan sonra girdiği eğlenme çabaları tekrar çocukluğa döndüğünü göstermektedir.  Çocukların oynadığı topa iş olması, yolda yürürken sekerek gitmesi, girdiği harabe binada kazık gibi çakılmış koca bir demiri kaydırak olarak kullanması da buna örnektir. Ve sonrasında olanların yükünü taşıyamayıp intihar etmesi.

            Bu film hakkında aslında yazılıp çizilecek çok şey olabilir. Ama bence bu film izlendikten sonra susulmalıdır çünkü bir çocuk. Verilen temel bilgi çok faza değişmeyeceği ve İtalyan Yeni Gerçekçi Akımı'yla olan bağlantısını da kurduğumu düşünüyorum.



 _______________________________________________
            Genel  Değerlendirme

            Roberto Rosellini savaş üçlemesinin ilk iki filmini İtalya, son filmini ise Almanya'da çekmiştir. Üçlemenin tamamı belgesel olarak nitelendirilebilecek içeriktedir. Filmlerin bu kadar gerçekçi ve iyi olması da tamamen gerçek mekanlarda çekilmiş olmasıdır. Bisiklet Hırsızları da savaş üçlemesi gibi belgesel niteliği taşımaktadır. Fakat aynı şey Tutku için çok fazla söylenemez. Savaş üçlemesinin tam anlamıyla belgesel denilebilecek filmi ise gerek parçalara bölünüp birden fazla olayın aktarılmak istenmesi, gerekse her parçasından önce çıkan açıklama niteliğindeki gerçek savaş görüntüleriyle Hemşo'dur. Roma, Açık Şehir ve Almanya, Sıfır Yılı filmlerinde belirli insanların üzerine odaklanarak olay İtalya ve Almanya'da sırasıyla anlatılmıştır. Filmlerin tamamında kullanılan oyuncuların büyük bir kısmını gerçek insanlar oluşturmaktadır. Bu da gerçek mekanlarda, gerçek insanlarla çekilen bu filmlerin İtalyan Yeni Gerçekçi olmasına sonuna kadar hizmet etmektedir. Tutku dışındaki bütün filmlerde net olarak verilen toplumsal mesajlar göze çarpmaktadır. Tutku filminde bu mesaj yasak aşk temasının altında kalmıştır.

            Filmlerin hepsinde kameralar özgürce hareket edebilmiş, sokağa çıkmış, halkın arasına inmiştir. Sokak çekimlerinde şartların uygun olduğu her durumda doğal ışık kullanılmıştır. Kameraların dışarı çıkıp gerçek halkın arasına inmesi de bütün filmlerin olabildiğince gerçekçi olmasını sağlamıştır.

            Filmlerin tamamında yıkılmış binalara rastlıyoruz bunun nedeni de zaten 2. Dünya Savaşı. Dünya Savaşı sadece yıkık binaların değil, aynı zamanda akımın doğuşunun nedenidir.

            Filmlerin tamamı düşük bütçelerle çekilmiştir. Hollywood'un klasik anlatısına 'karşı' bir duruştur. Hollywood bir gerçek yaratırken İtalyan Yeni Gerçekçi Akımı'ndan çıkan filmler gerçeği yansıtmaktadır.

            Filmlerle ve İtalyan Yeni Gerçekçiliğiyle ilgili kesmek istediğim ahkam şimdilik bu kadar. Saygılar efenim. :)


15 Aralık 2014 Pazartesi

İlkokul Ligi

her salı dersim olmamasına rağmen deli sikmiş gibi sabahın köründe uyanıp banyoya koşuyorum. duşumu alıp odama dönmemle birlikte daha tam kurulanmadan kör gözlerimin görmesini sağlayan lenslerimi takıp kapkalın kırmızı perdelerimi açıyorum. gözlerimin yamışması, sulanması, yavşaması kısacası göz amcıklaması geçirmek o an benim için hiç önemli olmuyor çünkü kaçırmamam gereken çok önemli bi şey var dışarda. evimin karşısındaki ilkokulda oynanan futbol maçları. hastasıyım ilkokul maçlarının. üniversiteyi kazanmak için gittiğim dersanenin de hemen dibinde bi ilkokul vardı. ordaki maçları da sürekli takip ediyodum ama orası kale arkasıydı. şimdi odamdan izlediğim maçları locadan izler gibiyim. locamın tek sorunu bana yakın olan kanattan gelişen atakları ilkokul duvarı nedeniyle görememem. ama bu durum hiç canımı sıkmıyor aksine beni daha da heyecanlandırıyor.

beyazlara beyazların oynadığı maçta sürekli beyazları tutuyorum. bazen yeniyoruz bazen yeniliyoruz eksiklerimizi gidermemiz lazım. beden eğitimi derslerinde de mavilere maviler oynuyor ki salı günlerimin vazgeçilmez maçı da bu. ama diğer maçlardan süre olarak uzun olmasına rağmen daha çabuk bitiyo hissi de uyanmadı değil bende. beden dersi diye beni mi yiyolar nedir. neyse sikimde de değil zaten maç olsun yeter.

bugün sabah yine mavilere mavilerin maçı vardı daha önce hiç görmediğim kadar taraftar da maçı heyecanla izliyordu. sahanın etrafı adeta boca juniors takımının stadı la bombonera gibi bina ve tribünlerle doluydu. tribünlerde mavilerin sınıf arkadaşları coşkulu bir şekilde tezahürat yapıyordu. çevre binalarda bütün pencere ve balkonlar insan kaynıyordu. herkes sabırsızlıkla ilk düdüğü bekliyordu. okul binasının olduğu tarafta evi olan insanlara ise amme hizmeti olarak bizim binaya açıyla yerleştirdiğimiz aynalar ekran oluyordu.

maç başlamak üzereydi ama bi terslik vardı. tabelada mavilere maviler olarak görünen maç maviler ve 6-B arasındaydı. tribündeki taraftarlar 6-B diye haykırıyordu. bu olaya daha fazla dayanamazdım. hemen bi şeyler yapmam gerekiyordu. camdaki ev arkadaşıma el etmemle birlikte 6-B tezahüratı yapan herkes maviler maviler diye bağırmaya başlayıp içimi rahatlattı.

mavilerin en önemli iki oyuncusu volkan ve semih attığı gollerle hem tribünlere hem de bütün binalara bir görsel şölen sundu. üç blok ötede oturan insanlar bile dürbünlerle sahayı görmeye çalışıyordu. tam maça ısınmaya başlamıştık ki o siktiğimin zili çaldı. maç bitti buruk bir halde belime bağladığım havlunun buz gibi dokunuşunu hissettim. amına kodumun havlusu tüm nemi toplamış sonra topladığı nem soğumuş buz tutmuş. sonra lensleri çıkartıp maç boyunca nasıl kurumadığını anlamadığım saçlarımla yatağa yattım.

ilkokul liginin sevdasına hasta oldum yoğun bakımdan yazıyorum. yoğun bakıma nasıl gittin amın çocuğu diye soracak olursanız. böbreklerimi üşüttüm galiba diye geldiğim hastanede böbreğimin olmadığını söyleyip beni buraya aldılar. satıp kamera almayı düşünüyodum amk bi de onun üzüntüsü çöktü üzerime. ilkokul ligini çekeceğim kamerayı düşünüp ağladım ağlıyorum :(

Bu arada filmini de çektik efenim